1845–1924 yılları arasında yaşayan George Kennan, Amerikalı bir gazeteciydi ve Sibirya ve Kafkasya’da kapsamlı inceleme gezileri yaptığı gibi pek çok fotoğraf da çekmişti. Bu fotoğraflar orijinal albümün sayfaları taranarak online katalog haline getirilmiş.Yüzlerce fotoğrafı incelerken Sibirya sürgün ve mahkûmlarının fotoğraflarıyla karşılaşıyorum. Her sayfada üç-beş, bazen daha fazla resim var. Bunların bir kısmı düpedüz stüdyo fotoğrafları. Eli yüzü düzgün, saçı sakalı bakımlı, gözünün feri, cildinin parlaklığı yerinde özgür beyefendiler, heves etmişler. Bir fantezi olsun diye mahkûm kıyafetleri ya da sürgün elbiseleri içinde hatta ayaklarında pranga ile poz vermişler. Çok ilginç! Niye ki? O yıllarda Sibirya mahkûmlarının hatırı sayılır bir kısmı eğitimli, idealist, genç, entelektüel, sanatkâr yelpazeden siyasiler olduğu için mi? Bu böyle gitmez bir çarlık rejimin geleceğini uzgörüyle kestirebildikleri, yüce bir dava uğrunda yanmayı özendirdikleri için mi? Dahası şairler ve romancılar bu cehenneme cesaretle eğilerek ondan bir imaj, bir mitos çıkardıkları için mi? Neticede stüdyo beyefendilerininki heves işte! Saçlarının yarısını tıraş ettirmeyi göze alamamış ve o kadar yol yürümeyi aklından bile geçirmemiş bu tuzu kuruların gözlerinde iğreti ve özentili bir hüzün pozu dursa da yüzlerinden sağlık fışkırıyor. Mahkûmlar başka mahkûm elbisesi giyerek poz vermişler bu albümde. Onlar birbirinden kolaylıkla ayrılıyorlar. Biri hakiki diğeri sahte. Biri gerçek diğeri oyun. Biri fantezi diğeri kader. George Kennan’ın kendisi de sürgün kıyafetleri içinde ve prangalarla fotoğraf çektirmekten kendisini alamamış. Ama mutlu Amerikalı bir başka fotoğrafta, Gürcistan üniforması içinde. Yalancı! Albümde gerçek mahkûmların fotoğrafları insanın kanını donduruyor. Bir kısmının ismi belli onların, bir kısmı ise sonsuza değin isimsiz, “Tanınamayan”. Bir kısmı politik bir kısmı sıradan. Aralarında neler yok ki? Gelecekten hâlâ ümitli oldukları gözlerinden okunan gençler, 15-20 yıl yatmış tükenmişler, hâlâ hırçın hâlâ azgın olanlar; hayattan artık bir beklentisi kalmamış, biçimsiz vücutlu, avurtları çökük, gözleri kuytuya kaçmış karanlık ihtiyarlar. Burada ne işi olduğu merak edilebilir aydınlık bakışlı güleç yüzlüler, tekinsizler, irkilticiler. Bazılarının açıklamasında “stigma” vurgusu var. Damgalanmış mahkûmlar bunlar. İçlerinden biri dikkatimi çekiyor. George Kennan’ın daktilo ile yazıp resim altına yapıştırdığı not şöyle: “Sibirya mahkûmu, 1885’te yüz yaşında olduğu ve Sibirya’ya altmış beş yaşında gönderildiği söylenmişti.” Yaşlı adam, durumuyla garip bir çelişki teşkil eden mobilyalı bir masaya kolunu dayamış, şık bir sandalyede oturuyor, belli ki stüdyoda alınmış bir polis fotoğrafı bu. Sırtında kaba çuhadan malûm kaput var ve yüzünde kaderine razı gelenlere özgü o hazin bakış. Fakat objektife bakmıyor. Gözlerini yarı önüne indirmiş. Kimdir? Nedir? Ne işlemiştir? Akıbeti ne olmuştur? Bilmiyorum. Hiç de bilemeyeceğim. İçim acıyla burkuluyor. Hayat sahneleri de bu albümde. Buz parçaları arasında yol alacak gemilere binmek üzere mavnalarla sevk edilen mahkûmlar. Eşlik ettikleri kafileyle birlikte Sibirya boyunca yürüyen gardiyanlar. Gardiyanlarıyla aynı karede poz vermiş, hatta gülümsemiş, bu yeni icatla ilgilenmiş saçlarının yarısı tıraşlı kürek mahkûmları. Bir konaklama anı. Köylü kadınlardan bir şeyler alıyorlar. Yarı kar altında madenlerde çalışıyorlar. Albümde politik suçlular ve sürgünler ile onların yaşamlarına ait sahneler ayrı bir hikâye. Bir zamanlar Sibirya’da Dekabrist’lerin tutulduğu odun kulübeler, Yenisey ırmağı kıyısında benzer politik sürgünlerin evleri, kocalarının yanında gönüllü olarak sürgüne katılmış kimi hâlâ genç ve güzel kimi çoktan çökmüş kadınlar, beraberlerinde masum çocuklar. Genç ve güzel bir kadının resmine bakıyorum: “Sürgün yolunda ölen Sophia Nikitina.” Cevabını hep aradığım ve ömrüm oldukça da arayacağım soru gelip dilimin ucunda düğümleniyor: Bunca insan şimdi nerede?
↧