Kürt meselesinin çözümüne giderken sürekli gündeme getirilen bir ‘hassasiyet' var. Güneydoğu temaslarımız sırasında biri “Ne hassasiyeti, bu ülkeyi yıllardır Kürtler mi yönetiyor?” demişti.Söylemeye çalıştığı genel olarak ‘Türklerin' herhangi bir hassasiyeti ağızlarına alma haklarının bile sorgulanması gerektiğiydi. Gerçekten de ortada epeyce asimetrik bir tablo var: Eziyet gören, hakları gaspedilen, aşağılanan Kürtler... Ama iş çözüme geldiğinde hassasiyeti öne çıkanlar Türkler. Bölgeden ülkenin geri kalanına bakışta herhangi bir hassasiyet değil, haklılığı yadsınamayacak bir bastırılmış öfke görüyorsunuz. Bunun altında bir etnik reddiyecilik veya ayrılıkçılık bulunmuyor. Aksine öfke, kaderi birlikte çizildiği söylenen bu iki halktan birinin uğradığı kasıtlı mağduriyetten besleniyor. Kürtler açısından bu kadim kötülüğün öznesi Türkler değil, devlet. Ancak Türklerin büyük çoğunluğu yaşananlara kayıtsız kaldıkları, görmezden geldikleri ölçüde ahlaki zeminden uzaklaşmış durumdalar. Bu tespit Kürtlere bir moral üstünlük sağlarken, Türkleri de psikolojik olarak eziyor ve bu durumu kabullenemeyenlerin tepkisi ‘hassasiyet' olarak gündeme sürülüyor.Buna eklenecek ve daha siyasi olan bir gerilim de var. PKK içinde ve çevresinde çözümü devletin boşalttığı kamusal alanın ele geçirilmesi olarak görenler olduğu gibi, Türkler arasında da çözümü böyle okuyanlar bulunuyor. Bu bakışın ideolojik bir temele oturduğu nokta, kamusal alanın devletle özdeşleşmesini ifade ediyor. Diğer bir deyişle Türklerin geniş bir kesimi açısından Kürt meselesinin çözümü devletin daraltılması, küçülmesi, giderek kaybedilmesi anlamına geliyor. Nitekim muhalefet partilerinin anayasanın giriş bölümüyle ve Türk kelimesinin kullanılmasıyla ilgili ‘hassasiyet' göstermeleri bu toplumsal karşılığa gönderme yapıyor.Kürt radikalizmi böylece ‘Türklerin' ihtiyacı olan ideolojik malzemeyi de sağlamış oluyor. Kürtlerin devleti yenme arzularını bir veri olarak aldığınızda, sizin o devleti koruma hassasiyeti göstermeniz de meşru hale geliyor. Ne var ki birçok saha çalışmasının bulguları ve bütün yaşananlara rağmen Kürtlerin barışçı varoluş koşullarını korumayı sürdürmesi, farklı bir gerçekliğe işaret etmekte: Kürtlerin büyük çoğunluğu epeyce uzun bir süreden bu yana ayrılıkçı değiller ve kendilerini demokratikleşecek olan devletin ‘içinde' tahayyül ediyorlar. Buna karşılık benzer saha çalışmaları ve gözlemler, bu gerçeklikle zıtlık içinde olan bir algıyı ortaya koymakta: Türklerin bariz çoğunluğu Kürtlerin ayrılıkçı olduğuna inanıyor. Bu çelişkiyi nasıl açıklamak gerekir? Bilgisizlik ve geçmiş korkular belki nedenler arasında sayılabilir. Ama spekülatif olma pahasına ‘Türkler' ile ‘Kürtler' arasındaki temel bir farklılığa da dikkat çekmekte yarar var. Belki de ‘Türkler' eğer ‘Kürtlerin' yaşadıklarını yaşasalardı ayrılıkçı olacaklarını düşünüyor ve ‘biliyorlar'. Kendilerine ‘Türk' diyenler ile Anadolu'nun diğer halkları arasında temel bir fark bulunuyor... Bu toprakların otantik halklarının hepsi de devletsiz yaşamayı, kendisininkinden farklı bir kimliği öne çıkaran bir devlete tabi olmayı becerebilmişler. Bu özellik Türklerin çoğunluğu tarafından zaaf olarak görülüyor, ama gerçekte o halkların devlete ihtiyaç duymayacak ölçüde güçlü birer kültürel varlık olduğunu söylüyor. Dolayısıyla Kürtler de esas olarak kendi kültürlerini idame ettirecek makul bir düzeni arıyor. Devletle savaş, devletin ‘makul' olmaması ile doğrudan bağlantılı. Buna karşılık Türk kimliği bir kültürel zeminin değil, doğrudan bir siyasi kurgunun sonucu. Türkmenler dışta bırakıldığında, kendisine Türk diyenler böyle bir etnisiteye sahip olmadıkları gibi, bu geniş grup arasında kimliksel ortaklıklar da din mensubiyetiyle sınırlı. Bunun anlamı Türk kimliğinin devlet tarafından kuşatıcı ve toparlayıcı bir kimlik olarak üretilmesi ve dağınık bir Müslüman kitleye bahşedilmesidir. Dolayısıyla söz konusu kimlik esas olarak devlete ait ve ona bağımlı. Kısacası diğer etnisiteler devletleri olmadan da yaşarken, Türk kimliğinin Türk devleti olmadan ayakta kalmayacağı kaygısı son derece kuvvetli ve bunda epeyce gerçek payı da var.Oysa Kürt meselesinin çözümü söz konusu devletin artık ‘Türk' olamayacağını, bu kimliğin bir üst kimlik olma şansını tarihsel olarak heba ettiğini söylüyor. ‘Hassasiyetin' nedeni hep çok güçlü gösterilen bu kimliğin gerçekte ne denli kırılgan olduğunun belki ilk kez bu açıklıkla görülmesidir. Barış, söz konusu hassasiyetin de evrilmesini ve kendisine bir varoluş alanı açmasını gerektiriyor.
↧