Bilge Karasu acı bir öyküsünde “Anılar neye yarar (ki)?” diyor. Uzun yıllar önce bu saptamayı kırmızı ispirtolu kalemle daire içine almışım. Bugün de anıların neye yaradığını tam kestiremiyorum; yaşam deneyimleri desem, yeryüzünün kötülükleri sürgit...Ama belki anılar, hele ‘mutlu’ anılar birer sığınak. Daha da yoğun karanlıklara sürüklenmemek için anıların cılız ışığına ihtiyaç duyuyoruz. Belki bir avuntu... Hep geriye dönüşler, geçmişe kaçışlar. Olup bitenlerin derin bungunluğunda, geçen gün, eski kitap kapaklarına dalıp gittim, bir süreliğine o derinden iç sızısını durdurabilirim, dindirebilirim sanısıyla. Kitaplara hayranlığım, kitap kapaklarındaki resimlere vurgunluğumla başladı. Gerçi Cemal Süreya bütün kitapların ille resimli olmasını diler, sadece kitap kapaklarıyla yetinmezdi. Ben, özellikle roman kapaklarına vurgundum.1950’lerde Kadıköyü’nde, tenha Altıyol’da bir kitabevi. Okumayazmayı daha sökmemişim. Ama dedemin kitabevine sık sık gidiyoruz. Raflarda kitaplar, Hüseyin Rahmi’nin, Halide Edib’in romanları. Hepsinin de kapağında resimler. Meselâ Handan’ın kapağı! Genç kadının saçları âdeta kızıl bir kasımpatı demeti. Yarı profilden görüyoruz Handan’ı, boşluğa bakıyor. Dedem “Bu Handan’dır” diyor ve birdenbire büyüleniyorum. Roman sanatı konusunda en küçük bir fikrim yok. Roman kapaklarındaki insanların roman kişileri olduğunu öğreniyorum. Öyleyken, annemin bana okuduğu masal kitaplarının kapaklarındaki resimlere de başka gözle bakmaya başlıyorum. Masalların kralları, kraliçeleri hep bu kapaklardakiler! Aklımı çelen bir mesele var: Bu kişiler düşsel mi, bir modelden yola çıkılarak mı resmedilmişler?Garip bir dostluğum oldu resim kişileriyleKrallar, kraliçeler hadi neyse de, Handan’ın gerçeklikteki bir hanımın portresi olduğuna kendi kendime karar veriyorum ve bu üzgün duruşlu genç hanımın nerede yaşadığını sık sık düşünüyorum. Hayır, olmaz öyle şey! diyorlar; pek inanmıyorum... Garip bir dostluğum oldu roman, masal, öykü kitaplarının resim kişileriyle. O kadar ki, onları bazan romanlardan, öykülerden bağımsız yaşatmaya çalıştım desem yeridir. Yetiştiğim yıllarda gazeteler tefrika roman geleneğinden vazgeçmemişti. Tefrika edilen romanın adı, yazarın adı, bize göre sol köşede, tefrika boyunca değişmez, bir küçücük resim... Okuduğum ilk tefrika roman da, Hürriyet gazetesinde, Muazzez Tahsin Berkand’ın uyarlaması Yılların Ardından. Küçücük resimde genç bir adamla genç bir hanım; genç kadın başını erkeğin omuzuna dayamış... 1960’larda Beyazıt, Sahaflar, Cağaloğlu, Ankara Caddesi delisiyim. Kitapların tıka basa sergilendiği vitrinlere bakmaya doyamıyorum. Gençliğimle birlikte yitip gitmiş Semih Lûtfi Kitabevi: Önce hediyelik eşya dükkânı oldu, sonra tavuk burgerci, sonra bir ara halıcı, şimdi yine turistlere İstanbul hatırası bir şeyler satıyor. İşte o Semih Lûtfi Kitabevi, o zamanlar, kim bilir kaç defa açtığım içerlek kapısıyla bölünmüş fırlak iki vitrininde hâlâ 1930’ların romanlarını sergilerdi. Kapak resimlerinin en göze çarpanı, Server Bedi’nin Selma ve Gölgesi’ndeydi: Siyah maşlahlar içinde bir hanım kitabın kapağından da, camekândan da fırlamış, Ankara Caddesi’nden geçip gidenlere bakıyor! Alev alev gözleri zümrüt yeşili! Selma ve Gölgesi’nde olduğunca; “Semih Lûtfi’nin Ucuz Romanlar Serisi”nde yayımlanmış bu romanların hemen hepsinin kapağında, sağ ya da sol alt köşede küçük, alçakgönüllü bir “Münif Fehim” imzası okunur. (Münif Fehim, tiyatromuzun ilk Müslüman-Türk aktörlerinden Ahmet Fehim’in oğludur.) Münif Fehim hakkı o kadar yenmiş sanatkârdır! Kim bilir kaç kuşağa, kitap kapağı çalışmalarıyla, resim sanatını sevdirmişken, resim tarihlerimizde adı iki satırla geçiştirilir. Gerçi kayıtsızlık, tüm kapak ressamlarını içeriyor; çoğunun adı bile geçmiyor... Ölmüş Bir Kadının Evrak-ı Metrûkesi 1905’te yayımlanır. Roman çok sevilir, çok okunur; bu ilk basımın kapağını ne yazık ki görmedim. 1930’ların başındaki bir yeni basımın kapağı Münif Fehim imzasını taşıyor: Ölmekte olan bir hanımın baş ucunda perişan bir adam! Seksen yıl öncesinin beğenisi resme elbette yansımış. Bütünüyle ‘alaturka’ bir dünyayı yansıtan roman gibi, bu kapak da bütünüyle ‘yerli’! Belli bir kesim belki bu yüzden ‘beğenmiyor’. Oysa anneannemin arkadaşı Pembe Hanım, Ölmüş Bir Kadının Evrak-ı Metrûkesi için “Ah! Hiç unutamam, hiç unutamam...” derdi. Zaten Güzide Sabri’nin romanını daha çok kadın okurlar sevmişler, benimsemişler. Edebiyat tarihlerimiz, nice yıllar, bu romanı ya yadsımış, ya da hor görmüş. Kim bilir kaç hanımın roman okuru olmasına yol açtığı üzerinde duran çıkmamış. Yaşlı Pembe Hanım’ı hatırlıyorum; Şifa’ya inerken, sol koldaki ahşap, üç katlı, ahşabı dantela gibi işlenmiş hakikî Kadıköyü evi; vaktiyle Ölmüş Bir Kadının Evrak-ı Metrûkesi’ne hayran olmuş yetmişlik Pembe Hanım 1950’lerde o evde Orhan Veli’nin şiirlerini okurdu, ezberden! Güzide Sabri’yle başlayan edebiyat sevgisi Orhan Veli’ye yol almıştı... Resim sanatı da ‘ev’lere muhakkak ki -ilkel bulunmuş- o kapak resimleriyle girebiliyordu. Unutulmaz Malik Aksel’in bu konudaki önemli yazıları da göze çarpmayacaktı. Kapak ressamları, bu harikulâde insanlar, romancının hayal dünyasındaki kişileri bir anda, bir iki figürle, bir iki fırça darbesiyle canlandırıvermişler. Yıllar yılı, onlara bir kapak resminde görünmüş kişileri, biz de romanların kahramanları bilmişiz, bellemişiz. Aynı Münif Fehim usta, Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın romanlarına değişik zamanlarda değişik kapaklar yapmış ve her defasında Hüseyin Rahmi kişilerini yeni figürlerle yaşatmıştır. Böylece, Hüseyin Rahmi’nin aynı roman kişisi, Münif Fehim’in eserinde önce şuyken, bir başka resimde bir başkası oluvermiş, beni hep heyecanlara sürüklemiştir. Bir ‘başkası’ mı? Belki de yanılıyorum. Değişen zamanın bir yansıması bu. Değişen beğeninin Münif Fehim aracılığıyla geniş okur kitlesiyle kaynaşması da diyebiliriz. O kadar ki, kübizm bizde alay konusu olmuşken, Münif Fehim’in bazı resimlerinde kübik sanattan izler yadırganmamış. İhap Hulûsi’nin Gelinlik Kız kapağına bakıyorum: Önde duvaklı, gelinlikli bir kız, hemen arkasında, bize göre sağda sinsi bakışlı, karanlık bir adam. Kendiliğinden dramatik bir an beliriyor. Yine İhap Hulûsi imzalı Dokuzuncu Hariciye Koğuşu’nun kapağı: Romanın adı verilmemiş baş kişisi bütün yaşama ıstırabıyla bu kapakta!Grafik düzenleme sildi süpürdü1960’lardan başlayarak, kitap kapaklarında geçmiş zaman duyarlığı söndü gitti. Grafik düzenleme, geçmiş günlerin hepsi de rengârenk canlandırılmış, ışıl ışıl roman, öykü kişilerini sildi süpürdü. Bir iki yayınevi ‘gelenek’te ısrarlı kalmaya çabalamış. Refik Erduran’la Ertem Eğilmez’in kurdukları Çağlayan Yayınları sözgelimi. Cep boyu bu kitapların kuşe kâğıda basılmış kapakları içli bir anı artık. Çoktan yeni, özenli basımları elim altındayken, sırf kapak resimleri için, Refik Halid’in, Peride Celal’in Çağlayan Yayınları arasında yayımlanmış eserlerini saklarım... Artık o güzel hanımlar, o yakışıklı beyler, dramatik, hem de aşırı dramatik sahneler, çehrelerdeki sevinçler, üzülüşler, o ifadeler, teatral duruşlar, hepsi, renkleri usul usul solan yıpranmış kapaklarda, eski, güzel, şimdi yaprakları sararmış kitapların kapaklarında. Saklamam yersiz: Gönül kırgınlığı duyuyorum.
↧