Image may be NSFW.
Clik here to view.
Orhan Pamuk, Robert Kolej’de altı yıl okuyup, edebiyat ve ‘insanlık’ adına bir şey öğrenmediğini, bir tek ‘Sait Faik diye bir yazarın adını duyduğunu’ söyleyince başka Robertli yazarlar, “Hayır” dediler, “okulumuz hiç de öyle değildi”. “Pamuk ya Robert’te okumadı ya da anlattığı başka bir okul”... Ayşe Kulin şiddetli itiraz etti: “Ben Orhan gibi düşünmüyorum. Robert’in, edebiyatı sevmeme ve edebiyatçı olmama çok büyük bir katkısı oldu. Sadece bizim sınıftan İpek Ongun, Nazlı Eray, Pınar Kür, Tomris Uyar çıktı.” Pınar Kür de katılmadı Pamuk’a: “Ezber ve baskı görmedim. Böyle okullar Türkiye’de de var, Amerika ve İngiltere’de de. Varoşlardaki okullarla diğerlerini karıştırmamak gerekir.” Hürriyet’e verdiği röportajdan, Pamuk’un yazmakta olduğu ‘Kafamda Bir Tuhaflık’ romanında eğitim sistemine eleştiriler yönelttiğini öğreniyoruz. Röportajın bir yerinde diyor ki, “Ortaokul ve lisede okuduğum bütün edebiyat kitaplarını bulup, okuyup şöyle bir makale yazmayı düşünüyorum: ‘Ben Orhan Pamuk. Okulda altı yıl edebiyat okudum. Şimdi dünyaca ünlü bir yazarım. Bu kitaplar bana ne öğretti? Edebiyatçı olmama nasıl yardımcı oldu? Neye yaradı?’ Hiçbir şeye!” Pamuk’un zamanını, o günün Robert Koleji’ni bilemeyiz, fakat söyledikleri, bugünün okullarında aynıyla vakidir. Hüzün verici, hatta acı bir gerçek ama öyle… Türkiye’de lise eğitimi bütünüyle çökmüştür ve gençlerin çoğu, o kapıdan ‘hiçbir şey’ almadan çıkmaktadır. Bunun aksini söyleyen bir tek eğitimci çıkacağına ihtimal vermiyorum. Bu kanaatim, sadece edebiyat öğretimi için geçerli değil elbette. Belli başlı köklü liselerle rüştünü ispat etmiş kimi özel okullar dışındaki liselerde eğitimin kalitesi dibe vurmuştur. Okullarda gençlere, Orhan Pamuk’un deyişiyle ne ‘nasıl konuşulması gerektiğini; yanlış, kaba davranan insanları kalplerini kırmadan nasıl doğru yola getirebileceğinizi…’ kısaca, ‘insanlığı’ öğretebiliyoruz ne de kalıcı bilgi, beceri ve kültürel donanım kazandırabiliyoruz. Dört yıllık lise eğitimi, öğrenilmiş bir çaresizlik içinde, uzunca bir oyalanma sürecinden başka birşey değil. Eğitim sistemimiz amaçsız, ufuksuz ve heyecansız. Bu karanlık ve umutsuz tabloya rağmen hâlâ güzel örnekler görebiliyorsak, bu, bütünüyle bireysel beceri ve fedakârlıklarla mümkün oluyor. Kimi ‘şanslı’ çocuklar, kimi talihli okullarda donanımlı ve dertli öğretmenlere rastlıyorlar, hayatları değişiyor. Tıpkı 1950’lerde Kabataş Lisesi’nde Hilmi Yavuz’un şair Behçet Necatigil’e, yahut Selim İleri’nin Atatürk Erkek Lisesi’nde Rauf Mutluay’a rastlaması gibi… Bir gün, bir edebiyat hocası gelir ve hayatınız değişir. Buna canı gönülden inanıyorum, böyle hocalar bugün de var. Her yerde var; fakat onların çabası, bütün bütün çürümüş ve sürekli yanlış müdahalelerle oyuncağa dönmüş eğitim sistemini dönüştürmeye, kurtarmaya yetmiyor. Bugünkü lise eğitiminden ‘fikri hür, vicdanı hür’, insaniyeti gelişmiş, kültürlü, donanımlı gençler yetiştirmesini beklemek haksızlık olur. Bunlar yüksek beklentiler… Fakat en azından, ülkenin hemen her köşesinde, fırsat eşitliğinin sağlandığı, asgari düzeyde sorunsuz eğitim verilen, branş öğretmenlerinin eksiksiz olduğu ve müfredatın uygulanabildiği okullar görmek isteriz, öyle değil mi? Bunu sağlayabiliyor muyuz? Hayır! Bakın size çok hüzünlü bir gerçekten söz edeceğim. İki gün önce Ağrı’dan eğitimci bir dostum geldi. Anlattıkları ürperticiydi. “Şehirdeki lise müdürlerinin çoğu tanıdığım, hatta kimileri akrabam.” dedi. “Onlarla konuştum; bir dokun, bin ah işit… Okullarda öğretmen yok. Bir müdür, şu an itibarıyla bir tek beden eğitimi hocası olduğunu söyleyip buna bile seviniyordu. Öğretmenler sürekli tayin isteyip gidiyor. Yıl içinde bazı okullarda derslere, eğitim fakültesinin 3. ve 4. sınıf öğrencileri giriyor.” Ağrı’da yaşananların başka şehirlerde olmadığını kim iddia edebilir? Gözümüzün önünde çıplak bir hakikat olarak duran sorunları görmezden gelmenin faydası yok. Ülkemizde lise eğitimi bitmiştir ve bu durumu düzeltecek herhangi bir müdahale ya da proje ufukta görünmemektedir. Son yıllarda girişilen yap-boz sistem arayışları, işin özüne inmek yerine, dağın sadece üstünü kazmaktadır. Oysa mesele derinlerdedir. Derinlere inmeye kimsenin ne bilgisi ne cesareti ne de niyeti vardır. Bütün bunlar olurken keşfedilen mucizevî çare ne midir? Dershaneleri kapatmak! Evet, dershaneler kapatılacak ve bütün dertler bitecek! Yahu, biz bunu şimdiye kadar niye akıl edemedik?.. Hem, Orhan Pamuk’un günahı neydi!
Clik here to view.
