Her şey iyi giderken dış politika, AK Parti hükümetinin önemli artılarından biriydi. Türkiye ve dünya medyasında her gün olumlu haber ve yazılar yayınlanıyor; uluslararası konferanslarda mutlaka Türkiye’den söz ediliyor; arabuluculuk girişimlerimiz, krizlerdeki yapıcı rolümüz herkes tarafından takdir ediliyordu.Vatandaşın gözünde de izlenen dış politika olumlu görülüyordu. TESEV’in Haziran 2011’deki araştırmasında, dış politikaya olumlu bakanların oranı yüzde 65 olarak çıkmıştı. Bu oran, genel olarak hükümet hakkındaki kanaatin bile üzerindeydi. İç siyasette reformların yavaşlaması nedeniyle rahatsızlığın ifade edildiği AB ilerleme raporlarında bile dış politika övülüyordu.Yaşanan balayının ardından Irak ve Suriye’de işlerin ters gitmeye başlamasının da etkisiyle bir süredir az sayıda insanın görüp ikaz ettiği yanlış gidişatın, yaygın biçimde eleştirilmesine kapıyı araladı. Öngörülerin tutmaması, elçilerin geri çekilmesi, ticaret yollarının riske girmesi, önemli pazarların darbe yemesi, Ortadoğu ve dünya medyalarındaki olumlu yazıların yerini eleştirilere bırakması göz ardı edilemeyecek olumsuz gelişmeler.Bunların üzerine, iyimser şekilde karşılanan ve Ortadoğu’da Türkiye’nin etkisini daha da artıracağı düşünülen “Arap Baharı”nın başına Suriye ve Mısır’da gelenler, birçok dost ülkenin Kahire’deki darbe karşısında Ankara ile taban tabana zıt tavır alması eklendi.Türkiye’nin “yalnızlaştığı” tartışması bu tablonun doğal sonucu. Başbakan Erdoğan’ın dış politika danışmanlarından İbrahim Kalın, Türkiye’nin yalnızlaştığı tezinin doğru olmadığını, doğru olsa bile bunun Ankara’nın ahlakî tavırlarından kaynaklandığı için “değerli yalnızlık” olduğunu ifade etti. Dışişleri Bakanı Davutoğlu da yalnızlaşma iddiasını reddettikten sonra “Yanlış olmaktan ise yalnız olmak iyidir.” görüşünü savundu.Türkiye’nin, uzun süre mesafeli durduğu Ortadoğu ile ilişkilerde yeni yeni ısınmaya başlarken büyük bir depremle karşı karşıya kalması talihsizlik. Ülkeleri sarsan bütün bu problemlerin nedeni sanki Ankara’nın izlediği dış politikaymış veya muhatapların hiç hatası yokmuş gibi eleştiriler saçma. Ancak bu durum, hiçbir hata yapılmadığı anlamına da gelmiyor.Nasıl dün, izlenen başarılı politika hakkında içte ve dıştaki alkışlar dikkate alınıyor idi ise bugün de aynı makul eleştirilerin de dikkate alınması, hatalardan ders çıkarılması gerekir. Aslında dış politikanın başarılı olduğu dönemdeki prensipler, soğukkanlı biçimde incelense hataların nerede başladığı kendiliğinden ortaya çıkar. Sadece AK Parti’nin değil, belki Türkiye’nin dış politikadaki altın yılları sayılan 2-3 sene önceki dönemde Ankara, komşu ülkelerden Afrika’ya; AB’den ABD’ye; İsrail’den İran’a; Ortadoğu’dan Rusya’ya herkesle iyi ilişkiler geliştirdi. AB ile müzakerelere başlandığı gibi İslam İşbirliği Teşkilatı’na (İİT) ilk kez bir Türk genel sekreter seçilmiş; Güvenlik Konseyi adaylığı için yapılan oylamada 151 ülkenin desteğini almıştı. İsrail ile Suriye veya Irak’ta Şiiler ile Sünniler arasında arabuluculuk yapıyordu. Mısır’da, Mübarek ile de Mısır halkı ile de iyi idi Türkiye. Esed ile de Suriye halkı ile de barışıktı. Şimdi ilişkilerin bozulmasına gerekçe gösterilen ahlakî ilkeler, özgürlük, adalet isteyen muhalif Yeşil Hareketi şiddetle bastırmasına rağmen İran’la ilişkilerin bozulmasına neden olmadı.Bölgedeki büyük çalkantının, dış politikadaki gerilemede elbette payı var ama bize bakan yönüyle işlerin kötüye gitmesinde 3 neden önemli:Kapasite ile vaatler ve vizyon arasındaki fark. Retorik düzeyde çıtayı çok yükseğe koymak, bölgede ve dünyada Türkiye’nin tarihteki gibi yükselmesini istemeyenleri gereksiz yere uyarıp harekete geçirdi. “Hama’da tekrar katliama izin vermeyeceğiz” deyip engelleyecek kapasiteden mahrum olmak, “Yeni Ortadoğu’nun sahibi biziz” deyip alanda etkinlik gösterememek, olumsuz algıyı büyüttüğü gibi tarihten gelen krediyi de sarstı.Rejimlerin niteliğine, ideoloji ve mezhebine bakmadan herkesle ilişki kurup onlara ilham kaynağı olmakla yetinmeyip bölgenin iç ihtilaflarına taraf olmak. Bağdat’ta Maliki’ye karşı Allavi ile hareket etmek; Filistin, Suriye ve Mısır’da muhataplarda taraf tuttuğumuz algısını uyarmak.Parlak dönemde başarıyla yürütülen Doğu ile Batı, Avrupa ile İslam dünyası, İsrail ile Araplar, idealizm ile realizm arasındaki denge siyasetinden uzaklaşmak.Parlak dönemde dış politikanın başarılarından biri sayılan İİT’nin ilk Türk Genel Sekreteri Ekmeleddin İhsanoğlu ile bile yeni dönemde polemiğe girmek, yanlış gidişi anlatan iyi bir örnek. Parlak dönemin doğruları da sönük dönemin yanlışları da ortada. Seçim yapmak bize kalmış.
↧