Image may be NSFW.
Clik here to view.
Eskiden merak ederdim... Tanışmalar oluyor, yeni kişiler tanıyordum; şiir okur musunuz diye sorardım. Yazar olduğumu bilmelerine karşın garipseyerek yüzüme bakarlardı. Yanıt çoğu kez: Okumam, hayır, şiir okumam... Şiire bu uzaklığın sebeplerini de merak ederdim. O kadar ki, 1990’larda bilgiççe saptamalarımı çiziktirmişim: Ortaöğretimde genç insana şiir sevdirilemiyor; ne şiir, ne öykü, ne roman, deneme, anı, gezi yazısı, hiçbiri. Edebiyat derse dönüşünce hayata açılamıyor, hayatın kılgısıyla örtüşemiyor... Şunu da eklemişim: Birçok kişi, bir yandan da, edebiyat dendi mi, ille şiirden söz açmaya çalışıyor. Şiir okumuyor ama, edebiyatı şiirden öte bilmiyor ya da düşünemiyor... Okuyanlar da vardı elbette. Özel bir okulda, her yaştan, her meslekten kişilerin katıldığı sınıflarda ‘dil bilinci’ni tartışıyorduk. Sevdiğiniz şairler diye sorardım. Orhan Veli’ye, Cahit Sıtkı’ya, Behçet Necatigil’e açılmışlar okul yıllarında. Başka? Ümit Yaşar, Edip Cansever, Attilâ İlhan diyenler çıkardı; karmakarışık. Attilâ İlhan’ın hep ‘popüler’ şiirlerini hatırlıyorlar: “Ben Sana Mecburum”, “Sisler Bulvarı”, vb. Gençlerden, 1990’larda, bir tek Murathan Mungan adının anıldığını hatırlıyorum... Tabiî, Yahya Kemal, Nâzım Hikmet, Necip Fazıl gibi köklü şöhretler söz konusuydu. Gerçekten okumuşlar mı, bilemem. Necip Fazıl sadece bir siyasî tercih ‘mesele’siydi, tıpkı Nâzım Hikmet gibi. Anlayamazdım: Nâzım Hikmet’i okuduktan sonra başka şairleri özlemez mi gerçek şiirsever? Türkçe’nin şiir serüvenini merak etmez mi? Biraz deşince, Necip Fazıl’ı sloganca okudukları, ama asla duyumsayamadıkları ortaya çıkardı. Hele ‘düzyazı ustası’ Necip Fazıl’dan tek satır, tek cümle okumamışlardı. (Gerçi ben de ne kadar geç okudum, daha yenilerde!) Yahya Kemal handiyse Abdülhak Hâmid gibi artık ‘okunmaz’ bir şöhretti. “Sessiz Gemi” diyorlardı ama, belki de Hümeyra’nın 1970’lerdeki şarkısından. Oktay Rifat yok, Cemal Süreya, Melih Cevdet, Turgut Uyar yok. Asaf Hâlet’in adını hiç işitmemişler. Uzadıkça uzar bu liste. Tam bir yıkım! Şiir bana can verir derdim. Bir bungunluk, bir iç sıkıntısı, umutsuzluk, kaygı yakama yapıştı mı, şiir iyileştirir. Bir sabahtı, Gülten Akın’ın Sessiz Arka Bahçeler’inden şiirler okumuştum. Şaşırmışlar, önce yadırgamışlar, sonra sevmişler, hem de çok sevmişlerdi. “Yalnız Ölen Kızın Şiiri”nden çok etkilenmişlerdi. Onca yıllık emeğini dile getirmeye çalışmıştım Gülten Akın’ın, çağdaş şiirimizin büyük ustası! Çağdaş şiirimizin gelişim çizgisini bilmediklerinden, çok ağır yol alabiliyorduk. Hemen her dizeyi açımlamak gerekiyordu, dizeler arasındaki ilişkiyi de. Şiir okumuyor, sanki bulmaca çözüyorduk. Ertesi hafta Ziya Osman Saba’dan şiirlerle gittim. O güne kadar okumadıkları Saba onlara kılavuz oldu. Şairin iyiliğe büyük özlemi hepimizi ardına takmıştı... Düşünüyorum da, şiir kılavuz olabilir. On yıllardır dinmeyen çalkantılar, sarsıntılar, siyasetin gündeminde boyuna çözümsüz kalan sorunlar, git git büyüyen sorunlar bir kez olsun şiirin kılavuzluğunda irdelenmedi. Televizyon izlencelerinde her gece yorumlar yorumlar yorumlar. Tek bir kez olsun, kimseler dönüp bakmıyor şiire. Günceli şiirin kılavuzluğunda algılayabileceğimiz kimilerine çok gülünç gelebilir. Zaten hep öyle sanıldı Türkiye’de. Büyük büyük sorunlara şiirin ne yararı olabilir sanısıyla yetinildi. Şiirsiz yaşadığımız için insanca, uygarca yaşamayı unuttukça unuttuk. Gülten Akın “kimin hayatı kimin umurunda” diyordu. İşte oraya sürüklendik. Yine Gülten Akın, “Anneler İlâhisi”nden: “öyle bakıyorum / içinde dolaştırdıkları o karışık ayna / senin çıplak gözlerine / ne kadar ne kadar yabancı”...
Clik here to view.
