Osmanlı medreselerinin yetiştirdiklerinin son meyvelerinden Sarı Hocaefendi, Balıkesir’in bazı kazalarında ve Kütahya Tavşanlı taraflarında vaaz ve nasihatler vermiş, güzel insanlar yetiştirmiş hizmet ehli bir zattır. Edremitli Arif Çağan Bey’in de hocalarındandır.Sarı Hocaefendi köy köy dolaşır Kur’an kurslarına yardım toplar. Zeytin, zeytinyağı olarak halkın bir avuç, birkaç kaşık verdiklerini bir araya getirir… Arif Bey buna çok üzülür. Hocasına der ki: “Hocam, sen ne kadar topluyorsan ben onun parasını istediğin Kur’an kursuna vereyim, sen öyle şeylerle uğraşma… Bazı kendini bilmez nâdân insanlar seni üzerler. Ben bundan çok üzüntü duyuyorum.” Hocaefendi de, “Sen yine ver. Ama ben toplamaya devam edeceğim. Çünkü insanlar bir yere azıcık bile yardım etseler oraya kendi malları gibi sahip çıkarlar. Yani Kur’an kurslarına ve dolayısıyla Kur’an’a sahip çıkarlar. Bu da onların kurtuluşuna vesile olabilir. Mesele sadece üç-beş zeytin veya birkaç kaşık zeytinyağı değil!..” der…Hacı Arif Bey’in o zamanlar bir âdeti vardır. Yazın çocuklarını arabasına bindirir ve Türkiye’nin mühim şehirlerini gezer, ziyaretler eder ve dolaşır… Bir gün yolu, Aydın’ın İncirliova kasabasına uğrar, orada çocukları ile bir lokantaya girer. Tam parayı ödeyip çıkacakken, paranın ödendiğini söylerler. Kim diye düşünürken, ödemeyi yapan zat, (Hacı Kemal Erimez) yanlarına gelir, “Siz böyle başörtülü çocuklarınızla, kibar ve efendi hâlinizle dikkatimi çektiniz, sizinle tanışmak isterim, müsaadenizle kabul edin.” der. Böylece tanışırlar…Hocaefendi’nin küçük kulübesi yeni yapılmıştı. Bir gün Hacı Arif Ağabey’in oraya geldiğini gördüm. Tahminime göre, onu oraya Hacı Kemal Ağabey getirmiş olabilir. Aradan birkaç gün geçmişti, Turgutlu’da hafızlık duası vardı. Hocaefendi’yle beraber gitmiştik. Herkese konuşma imkânı tanıdıkları halde -henüz o zaman fazla tanınmış olmadığı için olsa gerek- Hocaefendi’ye bu imkân tanınmadı. Biz de arkadaşım Mehmet Binici ile beraber caminin şadırvanında oturmuş kızgın ve kırgın şekilde bunu konuşuyorduk. Hacı Arif Amca yanımıza geldi bize “Hocamızı konuşturmadılar diye konuşuyorsunuz, öyle mi?” diyerek bize tesellikâr sözler söyledi…Daha sonraki yıllarda Hocaefendi, Edremit’te vaaz edip kaldığı yıllarda hep yanında oldu. Cuma vaazlarından sonra çevreden gelen misafirleri Edremit lokantalarında o ağırladı…M. Fethullah Gülen Hocaefendi, Arif Çağan Bey için “Arif Ağabey, ender-i nadirattan, hasbî bir hakperesttir.” dedi…Seneler önce İzmir-Bozyaka yurdu için ek bina yapılacaktı. Ege Bölgesi’nde yeni yeni yurt temelleri atılmıştı ama elde avuçta bir şey yoktu. Büyüğümüz çok sıkılıyordu. Bir gün bize “Gelin, bakın Arif Ağabey ne göndermiş!..” dedi. Senelerdir biriktirmiş olduğu mal varlığını, bir torba içinde göndermişti. Bir dönemin sıkıntılarının çoğu onun gönderdikleriyle bertaraf edilmişti…Arif Çağan Ağabey, tasavvufî mânada çok kitap okumuştu. Her karşılaştığımızda bana Risale-i Nurlar ile tarikat arasındaki farkı sorardı. Ben de bildiğim kadarıyla arz ederdim. Ama öbür seferinde yine aynı şeyi sorardı. Bir seferinde “Artık sormayacağım ben onun cevabını, bir ilkokul mezunundan aldım.” dedi. “Peki neymiş söyle ben de öğreneyim.” dedim. Dedi ki, “Biliyorsun ben her sene şöyle bir Türkiye’yi turlarım. Bu seneki turumda da Isparta’nın meşhur İslam köyüne gittim. Orada Risaleleri devamlı yazan radyo-televizyon tamircisi Hasan Efendi’ye uğradım. O bana farkı anlatmak için dedi ki: “Huzur-u İlahi’yi tarikatta bazı anlarda yakalayabilirsin. Ama Risale-i Nur’da her okuyuşunda yakalarsın.”Şimdi merhum olmuş bu Hasan Efendi’yi ben de birkaç defa ziyaret ettim. Hafız Ali Ağabey’i ilkokul yıllarımda tanımış, onun talebelerinden. Arif amcaya söylediklerini sordum aynen bize de tekrarladı. Ayrıca dedi ki: “Hafız Ali Ağabey bir gün bana ‘Hasan, bu sabah, namazdan sonra Yâsin okumak için kabristana gittim. Bir keşif oldu… Bazıları kabirde çok perişan, buradan götürdükleri hiç azıkları yok. Bağıra bağıra dağlara doğru vurup gitmek istedim!..’ dedi. Bunları bana ağlaya ağlaya anlattı.”
↧