Geleceği parlak görülen ülkelere (BRIC) baktığımız zaman benzer özelliklere sahip olduklarını müşahede ediyoruz. Geniş toprakları, yer altı-yer üstü kaynakları ve nüfusları ile zaten belli bir ağırlık oluşturuyorlar. Bunlardan Rusya ve Çin zaten BM daimi üyesi ve veto hakkına sahip iki ülke. Bundan sonrası için de ağırlıklarını sürdürecekleri öngörülüyor. Brezilya ve Hindistan ise yeni iki güç olarak belirginleşiyor.Her ne kadar bu tür öngörüler arasında yer verilmese de, Türkiye’nin ilerlemesi ve şaşırtıcı bir şekilde gelişmesi, söylenmeyen birtakım gerçekleri düşünmemizi gerekli kılıyor. Mesela, Türkiye’nin batısına doğru ilerledikçe, bizim için gün gibi aşikâr olan konuların bu bölgelerde hiç konuşulmadığını, hatta yok sayıldığını fark ediyorsunuz. Okul kitaplarında Osmanlı Devlet-i Âliye’sinden sadece bir satırla bahsediliyor. O da Doğu Roma İmparatorluğu’nun sona ermesi sebebiyle, zorunlu olarak! Sanki böyle bir devlet dünya tarihinde hiç var olmamış!Bu anlayış, dünyanın geleceğine dair öngörüler, yahut geleceğimizin tasarlanması söz konusu olduğu zaman, kendisini yok sayma şeklinde gösteriyor. Ne var ki, görmezden gelmek ile var olan bir şey yok olmuyor. Tam tersine görmezden gelenleri ne yapacağını bilemez hale sokuyor. Geleceğin dünyası açısından Türkiye, tam manasıyla ne yapılacağı, nasıl muamele edileceği kestirilemeyen bir gerçek olarak ortada duruyor.Dikkat edilirse 28 Şubat’ın “Türk Müslümanlığı” ile aynı dönemlerde ortaya çıkan “ılımlı İslam” ve “genişletilmiş Ortadoğu” tartışmalarında da Türkiye bir türlü yerine yerleştirilemiyor. Farklı bir ifadeyle, dünyanın yeniden düzenlenmesinde, Türkiye kendisine biçilen yere bir türlü sığmıyor. Kendisine biçilmek istenen rolden çok daha fazla geliyor. AK Parti hükümetiyle de bu “fazlalığının” hakkını hiç kimseye yedirmek istemediğini fiilen ortaya koydu. Bu iddia şimdi Türkiye tarafından ispat edilmeyi bekliyor.Brezilya ise Türkiye gibi değil. Bölgede zaten nüfusu, toprağı, ekonomisi ve askerî gücü itibarıyla rakipsiz durumda. Güney Amerika, hatta Latin Amerika ile ilgili pozisyonunu belirleyip, uygulamaya koymuş. Portekizceden yararlanarak, Angola ve Mozambik gibi ülkeler üzerinden Sahra Altı Afrika ile de kendi tasarımına uygun ilişkiler geliştiriyor.Merco-Sul ülkelerine Venezuela’yı dahil ettirdi. Paraguay darbesi sonrasında ve Venezuela seçimlerinde istediğini alarak bölge üzerindeki siyasi ağırlığını gösterdi. Bu açıdan çok fazla problem görünmese de Brezilya’yı Türkiye ile birlikte içeriden istikrarsızlaştırma çabalarına maruz bırakma iddiası, yeni güçler dengesinin küresel boyutundan kaynaklanıyor. Yeni Dünya’da daha fazla söz hakkı olması gerektiğine inanıyor ve bu inancını halk hareketlerinin üstesinden gelmeyi başarabilirse ispatlamış olacak.İlginç bir detay, Başkan Dilma Rousseff’in daha ilk yılında olacaklara işaret ediyordu. Başkan ABD’ye bir ziyaret gerçekleştirmiş ve arkasından Obama Brezilya’yı ziyaret etmişti. Obama’nın ziyaret programında işte o ilginç detay vardı. Rio’nun en belalı varoşlarından (Favela) birinde, o faveladaki örgütün başı ile görüşme vardı Obama’nın programında. O favelaya Brezilya devleti askerî birliklerin ağır silahları eşliğinde girip, karakol dikebilmişti. Obama ise dışarıda gelip, rahatlıkla reisle görüşebiliyordu.Başkan’ın ABD tarafından dinlendiğinin ortaya çıkması ve bütün isteklere cevap verildiği halde halk hareketlerinin ısrarla sürdürülmek istenmesinin ardından, Brezilya yeni yeni bu faktörü düşünmeye başladı. İddiasının önüne şöyle bir kart konulmuş oldu: İddiana önce kendi halkını inandır, eğer inandırabiliyorsan!
↧