Halid Ziya Uşaklıgil’in Kırk Yıl’ını okuyanlar, dönemin yayın ortamını bir sansür kavgası içinde bulurlar. Halid Ziya, II. Abdülhamid’in sansürcülerinden acı acı yakınır: Sansür edebiyatın, romanın, öykünün, şiirin, her türden yazının ufkunu daraltmakla kalmamış, düşüncenin, dile getirişin de kısırlaşmasına yol açmıştır. Yaşamı boyunca ‘muhafazakâr’ kalmış Abdülhak Şinasi Hisar da o günlerin karanlığını vurgulamaktan kendini alamamıştır. Abdülhak Şinasi, değersiz, düşüncenin enginliğinden uzak, bomboş birtakım yazıların çizilerin ortalığı kapladığını belirtir. 1889 tarihli Sergüzeşt’i yazan Sezai, eserini kaleme alırken, hafiyelerin ayak seslerinden nasıl bunaldığını ancak uzun yıllar sonra, bir önsözde belirtecektir... Halid Ziya, görece özgürlük ortamına II. Meşrutiyet’le birlikte geçildiğinde, yazarların kof çalışmalarla yetindiklerini söylüyor. Yarın özgürlük ortamında şunu-şunu yazacağım diyenlerin çabası sanki sönmüştür. Gerçi Sultan Hamid’i yerden yere çalan birçok yazı çizi ortalığı sarmıştır. Ama yalanlar, iftiralar, öç alışlar başı çekmektedir. Yıllar boyu, sanat-kültür açısından, ürküntü verici bir denetimin etkisi altında yaşamış gerçek edebiyat adamları, verimli olmaktan iyice uzağa düşmüşlerdir. ‘Ürküntü verici’... Çünkü edebiyat eseri, sansür kaleminin ansızın silip attığı sözcükler ve satırlarla delik deşik edilmiştir. Düşüncenin düşünemezliğe evrilmesinden söz açar Halid Ziya... Kızı Ayşe Osmanoğlu’nun -okunması mutlaka gerekli- anılarından öğrendiğimize göre, tahtından indirilmiş Abdülhamid, Selanik’te sürgündeyken, kendi anılarını yazdırtmak ister. İttihat ve Terakki bu girişime izin vermeyecektir. İttihat ve Terakki’nin önde gelenlerinden Cemal Paşa’yı, Refik Halid ziyaret eder. Cemal Paşa’nın İstanbul’daki son günü; İttihat ve Terakki’nin afrasından tafrasından geriye bir şey kalmamış. Cemal Paşa, Refik Halid’e anılarını yazacağını söylüyor... Boğaziçi’nde bir sonbahar günü geçen bu sahne çok düşündürücüdür. Yazılarından dolayı sürgünde yaşatılmış Refik Halid’e, Cemal Paşa bu anıları, yazılacak, kitaba dönüştürülecek anılarını okumasını ve değer görürse, iki satır bir şey yazmasını rica eder... Aslında, yasak, yasaklayış usul usul geleneğe dönüşmüştür. Ortamın taleplerine ayak uyduran bir denetim mekanizması, düşünce eserini, sanat eserini, duyuşların, görüşlerin dile getirilişlerini, hatta anıları sürekli dar kalıplara oturtmuş, geriye de korkunç kofluklar kalmıştır. Çocukluğumdan beri, sözgelimi, kaç tiyatro oyununun şu ya da bu gerekçeyle sahnelerden indirildiğine tanık oldum. Kimi, iddiaya göre, komünizm propagandası yapıyordu. Kimi, iddiaya göre, dinî yobazlığı aşılama gayreti içindeydi. Açık saçık olanlar, toplum ahlâkını zedeleyenler, gericilik propagandası yapanlar... Kimi aklandı, kimi aklanamadı. Yakın tarihimizde inanılamayacak kadar çok yazı emeği yasaklanmıştır. Bu yazı emeklerini yasaklandıkları dönemlerde savunmak şöyle dursun, ‘anmak’ bile bir ‘suç’ konusu olmuştur. Zaman geçince yasaklar kalkmış, bu kez de vaktiyle yasaklanmış yazılar çiziler tabulaştırılmıştır. Demin andığım Sezai, bugünün okurlarınca eseri bilinmeyen Sezai, Sergüzeşt’ten başka ‘roman’ yazmamıştır. Konak adlı bir çalışmasının yarım kaldığını kendisi söylüyor. Sergüzeşt, yazıldığı günlerin Türkçe roman birikimi göz önünde tutulursa, çok başarılı bir eserdi. Sezai Bey, 1901’de Paris’e kaçmış, orada siyasî yazılar yazmış. Uzun bir ömür Sezai’ninki. Fakat yarım kalmışlıklarla geçmiş bir ömür. Kültürümüz adına kazançlı çıktığımız söylenebilir mi?
↧