Şeytan, şeytan olarak yaratılmadı. Cinlerden biri olarak, her bir akıl, nefs ve irade sahibi varlık gibi fıtratında hayra da, şerre de istidadı vardı. İrade sahibi sorumlu varlıklar gibi ona da düşen, iradesini hayır istikametinde ve şerlerle mücadelede kullanıp terakki etmek ve Cennet’e ehil hale gelmekti.Kapasite ve kabiliyetlerinin farkında idi ve çok geniş bir kapasite ile yaratıldığından, hayır gibi şerre de meyli çok kuvvetli, elbette kapasitesi nisbetindeydi. O bakımdan, imtihanı çetin olacaktı.Şeytan, daha ilk imtihanında sürçtü, düştü ve bir daha doğrulamadı. Yaratılmış varlık ağacının çekirdeği mahiyet-i insaniye olduğundan, bu ağaç, meyve olarak da insanı verecekti. Dolayısıyla, nasıl bir ağaçta onun bütün unsurları nihayet meyve için çalışır ve meyveye hizmet ederse, diğer varlıklar gibi şeytanın da insana karşı vazifeleri olacaktı. Bu vazifeleri hatırlatma ve onları bu vazifelere koşma manâsında Cenab-ı Allah (c.c.), meleklerle birlikte ona da insanın önünde secde etmesini emretti. Melekler insanın kendilerine karşı rüçhaniyetini, üstünlük noktasını kavrayıp, bu secde emrini, yani insanın yaratılış silsilesindeki yerini ikrar ve itiraf edip, ona karşı vazifelerini içten kabul ettiler. Fakat şeytan, emri yerine getirmedi. Sebep olarak da, insanın topraktan, kendisinin ise (bir tür, derinin içine işleyen, dumansız) ateşten yaratıldığını gösterdi. Oysa onu da, insanı da yaratan Allah’tı ve hayrın, üstünlüğün nerede yattığını, dolayısıyla kimin daha hayırlı olduğunu elbette çok daha iyi bilirdi.Kur’ân-ı Kerim, şeytanın bu tavrını kibirlenme olarak zikreder: “Dayattı, büyüklendi ve secde etmeyi kibrine yediremedi; (böylece, yapısındaki potansiyel küfür sıfatı öne çıkıp bütün benliğini kapladı da) kâfirlerden oldu” (Bakara Sûresi/2: 34). Şeytanı şeytan yapan birinci ve en önde gelen sıfatı, kibirdi. Bu kibrin kaynağı da, maddî menşei ve kendisini sanki Allah’tan –hâşâ– daha bilgili, hayrın ve şerrin nerede yattığı, kimin daha hayırlı olduğu konusunda daha kavrayışlı görmesiydi. Kısaca, şeytan, ırkî ve ilmî üstünlük mülahazası içinde kibrine mağlûp oldu.Hz. Âdem ve Hz. Havva da, Cenab-ı Allah’ın bir emrine, bir “ağac”a yaklaşmama emrine muhalefet ettiler. Fakat onlar, bu tamamen tekvinî zelleleri karşısında savunmaya geçmediler, derhal tevbe ve istiğfara yönelip, bazı kaynaklara göre tam 40 yıl tevbe ve istiğfarda bulundular. Fakat şeytan, hatasını kabullenme yoluna gitmedi; güya haklılığında ısrar etti. Yani şeytan, kibriyle birlikte enaniyetine mağlûp oldu.Şeytanı ebedî lânet ve azap gerçeğine rağmen kibir ve enaniyet içinde şeytanlaşmaya iten ise kıskançlığıydı. Şeytan, maddî menşei ve kapasiteleri, bilhassa ilmi sebebiyle kendisini bütün yaratılmışlardan üstün görüyordu. Gerçek büyüklüğün tevazu ve mahviyette, gerçek ilmin “Tek bildiğim, hiçbir şey bilmediğimdir.” itirafında yattığını kabullenemiyordu. Bundan dolayı, tevazunun sembolü topraktan yaratılan insanı ve onun kendisinden daha üstün olduğunu, kendisini de, onu da yaratan Allah’ın açık emrine rağmen kabullenemedi. Kabullenemedi ve Hz. Âdem’i kıskandı. Kıskançlık, kibir ve enaniyet, nihayet onu ebedî lânet ve azaba müstehak şeytan yaptı.Yaratılmış, sorumlu varlıklar, tabiî ki bu arada insan için en tehlikeli üç sıfat, kıskançlık, kibir ve enaniyettir. Şeytan, bu sıfatlar sebebiyle cinler gibi insanlardan da pay alır; yani bazı cinleri ve insanları kendi saflarına katar, onların şeytanlaşmasına sebep olur. Kur’ân-ı Kerim, bunlar için “cin ve insan şeytanları” tabirini kullanır. Allah, hepimizi şeytanın saflarına dâhil olmaktan korusun.
↧