G-20 Zirvesi nedeniyle dünyanın gözü St. Petersburg'daydı. Başbakan Tayyip Erdoğan ve ekibi zirvede çok çalıştı; ama pek çok ülke pozisyonunu çoktan almıştı.İşin doğrusu; sorunu çözmekle mükellef görülenler bile kendi hesabını yapıyor, muhtemel bir askerî müdahalenin şimdi ve onlarca yıl kendilerine nasıl bir fatura çıkaracağını planlıyordu. Ya her gün feci bir şekilde ölen insanlar?Görünen o ki kimyasal silah kullanımı sonrasında Beşşar Esed'e öyle ya da böyle bir ceza kesilecek. Sınırlı da olsa, geniş kapsamlı da yapılsa bir operasyonla Esed'in karizması çizilecek. Sorun çözülecek mi? Çok zor. Çünkü devletler arası ilişkiler insanî değerlerden ziyade, çıkar hesabına dayanıyor. Hal böyle olunca karşımıza karmakarışık ilişkiler yumağı çıkıyor. Bu karmaşanın künhüne vâkıf olamayınca ya da sadece kendi penceremize takılıp kalınca yaşananlara bir mana veremiyoruz. Global oyunları doğru anlayabilmek için masada ne var, kim hangi piyonla oynuyor, kim şah-mat yapmak için fırsat kolluyor; ona bakmak gerekiyor.Beşşar Esed'in ta başta küçümsendiği aşikâr. Enseye tokat bir görüntü veren Esed'in ittifaklar kurarak stratejik hamleler yapacağı ve istihbarat üstünlüğü ile katliam emri vereceği hesaplanamadı. Adam tam bir ‘survivor'. Babadan kalma vahşet-dehşet siyasetini sürdürüyor. Âbâd olur mu? Asla. Ancak gidene kadar daha çok kan döker, daha çok can yakar. Çünkü masadaki denklemi Esed kendi başına kurmadı; o denklemin paydaşları öteden beri vardı.Batı'daki güçlü devletler, maalesef, Suriye'de ölen insanlar ya da mülteci durumuna düşmüş milyonlarca kişi ile çok ilgilenmiyor. Onlar Esed gitse bile o kaosun süreceğini düşünüyor. Hatta çoğu kez Suriye diktatörünün gitmesinden çok, ondan sonra iktidara gelecekler konusunda endişe taşıyor. İnternet ortamında milyonlarca kişi tarafından paylaşılan bazı vahşi görüntüler ve bazı kanlı eylemler vs. bölgedeki aşırı gruplar hakkındaki korkuyu besliyor...Suriye'ye komşu olan ve halkı Müslüman olan Esed yandaşları, malumunuz, bu kanlı diktatörlüğün yıkılmasını istemiyor. Suriye'deki baskıcı rejimin yıkılması onların kâbusu. Aslında mezhepçiliği her türlü değerin üzerinde gören bu devletlerin korkusu kendi halklarından. Zira yandaş Suriye diktatoryasının yıkılması domino etkisine dönüşebilir. Bu ihtimalden ödleri kopuyor ve o yüzden Suriye'deki zulme ortak oluyorlar...Batı'nın öncelikli gündemlerinden biri şüphesiz İsrail. Uzun vadede İsrail devletine karşı tehdit oluşturabilecek konulara yoğunlaşmış durumdalar. Kimyasal silah tepkisinin altındaki mana da budur. Hazır Esed bu silahları kullanmışken Suriye'yi bu silahlardan arındırmak, askerî manada belini doğrultamayacak bir hale getirmek, Batı'nın öncelikli gündemi.Bütün bu çalkantının arasında en iyi niyetli ülke Türkiye. Ülkemi övmek için söylemiyorum bunu; gerçek böyle. Çünkü Türkiye'nin ne Suriye topraklarında gözü var; ne de bölgenin istikrarsızlaşmasından elde edeceği bir kazanç. Meseleye insanî bakıyor Türk dış politikası. Konuya sadece bu açıdan bakmak takdire şayan bir tutum şüphesiz; ancak uluslararası ilişkiler maalesef sadece insanî değerler ve ilişkiler üzerinden yürümüyor. O yüzden çok defa yalnız kalıyoruz...Türkiye'den yükselen “Vahşete son verilsin!” feryadı üzerine sahaya pek çok piyon sürüldü. Ve Türkiye'ye diyet ödetilmek isteniyor. Yanı başımızda bir Kürt devleti kurmaya teşebbüsten tutun, Türkiye içinde terörist saldırı düzenlemeye kadar pek çok eylem planı hayata geçirildi. Mezhepçi örgütlerin silahlı eylemleri bir yana uluslararası arenada Türkiye'yi yalnızlaştırma ve herkesle kavgalı bir Ortadoğu ülkesi imajına hapsetme gibi şablonlar çıktı karşımıza.Türkiye'de insanlar hayal kırıklığı yaşıyor. Evrensel değerlerin bu kadar devre dışı bırakılması boşuna mı? Ancak unutmamak gerekiyor ki gaddar ve mekkâr dünyanın kadim hali de budur. Bu gerçeği bilerek uzun vadeli planlar yapmak zorunda Türkiye; sabırla, teenniyle, temkinle…Dünya dengelerinde benim de payım olsun diye adım attığınızda puslu bir havayı da hesaba katacaksınız, kurtların dansını da. Adalet ve hakkaniyet pusulamız olacak; lakin reel politik konuların menfaat savaşına dayandığını görecek her türlü hamleye hazır olacak; ama hepsinden önce kendi yol haritanızı kendiniz çıkaracaksınız; savrulmadan, dağılmadan, iç dengeleri sağlam tutarak...Radikalleşme!Hangi meseleye göz atsanız yüreğiniz ağzınıza geliyor. Etrafınıza bir bakın: Suriye'de iki yıldır oluk oluk kan akıyor. Mısır halkı ilk defa sandıktan gelen bir iktidarın askerî darbeyle yıkıldığını gördü. Bütün bunlar yetmezmiş gibi ülke içinde de gerginlikler yaşıyor. Gezi olayları sonrası kutuplaşmazirve yaptı. Sanal âlemdeki saygısız, aşağılayıcı, yaralayıcı ve kışkırtıcı söylemler sokağa indi. Gerginlik tırmandıkça akıldan uzaklaşıyor insanlar... Türkiye'deki siyasî tansiyonu düşüren genellikle merkez sağdaki muhafazakâr kitle olmuştur. Onlar sağdaki aşırı hareketlere de mesafeli durmuş, soldaki eylemlere de. Mezhep çatışmalarını isteyen marjinal yapılara da onlar geçit vermemiş, ülkenin dünyaya açılımında devletin çok önünde yer alarak cesaret sergilemiştir...Türkiye'deki 'İslamcı partiler' de onca kışkırtmaya rağmen sağduyudan ayrılmadı. Mesela partileri defalarca kapatılmasına rağmen yeraltına inmek düşünülmedi, her defasında yeni bir parti kurarak toplumdan oy talep edildi. Haksız yere gözaltına alınmalar, hapisler, işkenceler vs. bile mutedil çizgiyi çatlatamadı...Her ne kadar 80'li yılların başında, “İran Pakistan sıra sende Müslüman!” gibi sloganlar atılsa da Türkiye'deki Müslümanların genel duruşu demokrasiden yana olmuştur hep. Bu duruşun çok kültürlü bir gelenekten gelmekle, fitneyi katlden daha tehlikeli görmekle, ahlak ve fazilet meselesinin siyasetten daha öncelikli bir konu olduğuna dair kanaatlerle ilgisi var kuşkusuz. Şimdi yeni bir durumla karşı karşıyayız. Mısır ve Suriye başta olmak üzere Ortadoğu'da yaşananlara fevkalade odaklanmış kitleler menfi gelişmeler karşısında öfke ve hayal kırıklığı içindedir. İslamî devlet diye allanıp pullanan bazı ülkelerin aslında kendi siyasî çıkarlarından başka bir şey düşünmediğini görmeleri de bu kitleyi büsbütün umutsuz hale getiriyor. Körfez ülkelerindeki yapıları da vefasız gören kitlelerin yalnızlığı yüreğinde duyması bir çaresizliğe ve umutsuzluğa doğru kayıyor. O genç ve dinç kitlelerin psikolojisini düşünün lütfen: Bir tarafta onca vahşete seyirci kalan Batı, diğer tarafta mezhep ya da malî çıkarları için kardeş kanının dökülmesine seyirci kalan Doğu.İslam dünyasındaki çıkmaz sokak görüntüsü, insanları radikalleşmeye doğru itiyor. Hal böyle olunca önde görünen entelektüellerin ve devlet adamlarının tansiyonu düşürmesi şart. Batı karşıtı aşırı nutuklar derde deva olmaz; tam aksine daha büyük umutsuzluklara yol açar. Makul söylem, insanları reel politikayı anlamaya davet eder; bu bir. İkincisi, insan kaynaklarının ne kadar kıymetli olduğunu hatırlatarak herkesi kendini yetiştirmeye ve insana yatırım yapmaya teşvik eder. Çıkış yolu da budur. Zordur zahmetlidir; ama kalıcı iz bırakır. O yol okumaktan, düşünmekten, anlamaktan, anlatmaktan, toplumla kucaklaşmaktan geçer. Yoksa global lobilerin ve zinde güçlerin İslam'a biçtiği terör urbasını yırtıp atmak mümkün değil. İtidal istiklal içindir; inhiraf için değil. İnanmayan asr-ı saadete baksın; yüzlerce örnek insanı ihtimamla ele almayı ve tabii seyir içinde gelişimi salık veriyor...İbretlikBaşörtülü öğrencileri ODTÜ’ten kovmaya çalışan ‘örgütlü öğrenciler’ Türkiye’de demokrasi istikametinde yaşanan zihnî değişimin istisnaları olduğunu gözler önüne serdi. Ortaya konulan saygısız tutum, saldırgan üç-beş gencin taşkınlığı ile izah edilemez. Maalesef böyle bir kitle var bu ülkede. Diyelim ki ODTÜ’de kendini bilmez birileri bu saçmalığı yaptı ve vicdanları yaraladı; ya yaşını başını almış, hatta devlette önemli makamlar işgal etmiş kişilere ne oluyor? Daha geçen hafta bir yazar hem Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün hem de Başbakan Tayyip Erdoğan’ın eşlerine en ağır hakaretleri sıraladı bir gazetede. Utanç vericiydi kullandığı kelimeler. Utandı mı tepkilerden? Sanmam. En azından öyle bir emare yok ortada. Ellerinden gelse ‘karşıt’ kişilere nefes almayı yasaklayacak bu kafa. Neyse ki halkın büyük çoğunluğu faşizme (hangi yönden gelirse gelsin) izin vermiyor. Vermeyecek de...
↧