Büyüklerimiz ne güzel ifade etmişler: “Küfür devam edebilir ama zulüm devam etmez!” Bu sözün manasına yakın, Hazreti Ali’ye nispet edilen şöyle bir vecize de vardır: “Bu dünyada, zalimin ömrünün gölgesi kısadır.”Zulüm bir tecavüzdür ve haksızlıktır. Kâinatın hukukuna tecavüz de zulümdür, insanların hukukuna tecavüz de. Hangi gerekçeyle olursa olsun her türlü hak gaspı zulümdür. Hele insanlara bağlandıkları değerlerden ötürü gadretmek, inançlarından dolayı onları en tabii haklarından mahrum etmek, öldürmek, ifna etmek katmerli zulümdür. Böyle zulüm ve tecavüzler bahis mevzuu olduğunda, Allah mazlumlar namına zalimlerden er ya da geç intikam alır ve onları iflah etmez. Böyle bir zulüm Arş’a kadar varıp orada cevap bulabilir. Arş’ın sahibinin şefkatini celb edebilir. “Gayretullah’a dokunmak” dediğimiz hadise cereyan edince de gelecek tokadın önüne kimse geçemez.Zulme maruz kalanın da dikkate alması gereken husus vardır. O da, “beşer zulmetse de kader adalet eder” kaidesince bunun bir ikaz ve imtihan olduğu hakikatidir. Zalimin zulmü zulümdür de mazluma bakan yönü de onu ciddi bir muhasebe ve sorgulamaya sevk etmesidir.Dinlerinden, dinî düşüncelerinden ve mümince yaşamalarından ötürü zulme uğrayan kimseler imtihanda olduklarını hiçbir zaman hatırdan çıkarmamalı ve mutlaka sabretmelidirler. Bazen, zulme maruz kalan insan kendisine zulmedenin başına küçücük bir şey gelince onu kendinden bilip gereksiz bir kibre girebilir. “Oh olsun, o bana zulmederse başına böyle şeyler gelir!” türünden kibir kokulu vesveselere maruz kalabilir. Böyle bir kibir de zulme sabırdan elde edilen mükâfatın zayi olmasına sebep olabilir. Hâlbuki imtihanın sırrı, insanı kemale erdirmesindedir. Bu mesele ile ilgili bir hadiste şöyle buyurulmuştur: “Allah herhangi birinizi, kuyumcuların altını ateşe koyup orada erittiği gibi imtihan eder, ateşlere kor, potalarda eritir, kalıptan kalıba sokar ve şekillendirir; ta özünüzü bulup kendiniz olasınız.”Gerçek mazlum için işte böyle bir imtihan bahis mevzuudur. Başına küçük bir bela gelen her mümin, hemen imanını veya Kur’an’ını sütre gibi kullanarak kendilerinden zulüm gördüğü insanların başlarına bir şey gelmesini beklememelidir. Zira Allah Halîm’dir. O, suçluların cezalarını hemen vermek gücüne sahip olduğu halde sonraya bırakır ve hep hilm ile muamele eder. Bu konuda, Müslümanların çektikleri eza ve cefaları gören Hazreti Ebû Bekir, Allah’ın Halîmliği karşısında çok defa, “Mâ ahlemeke ya Rabbenâ! Ne kadar Hâlimsin ey Rabb’imiz!” demiş ve hilm ü silm yolunda yürümüştür. Allah Halîm’dir ve Rabbü’l-âlemîn’dir. Bu sebeple mümin ne kadar dayanıklı olduğunu, Allah için neye ne kadar dayanabileceğini, ızdıraba ne kadar tahammül edebileceğini, çilelere ne kadar katlanabileceğini göstermelidir. Göstermeli ve bu vesileyle imanına ve sadakatine dair rüşdünü ispat etmelidir! Meselenin müminlere bakan yönü budur.Zalime gelince, onun da bütün bütün affedilme hakkını kaybetmesi ve zulmünün Arş’a kadar yükselmesi durumu söz konusudur. Zulüm bu kerteye geldiğinde artık Cenab-ı Hak zalimi yakalar, derdest eder ve cezalandırır. Zulüm gidip oraya dayandığı zaman zalime Allah’ın azabının dokunması hak olur. Bu durum ayet-i kerimede şu şekilde ifade edilmektedir: “Halkı zalim olan ülkeleri cezaya çarptırdığı zaman Rabb’inin çarpması işte böyle olur! Şüphesiz ki O’nun azapla çarpması pek acı, pek çetindir!” (Hûd Suresi,11/102) Aynı konuya işaret eden bir hadis-i şerifte de Resûl-i Ekrem Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Allah zalime (zulmünden döner diye) imkân, fırsat ve mühlet verir. Çünkü Allah âlemlerin Rabb’idir ve Erhamü’r-râhimîn’dir. Bütün bunlara rağmen zalim zulmünden dönmez ise, bir kez daha fırsat verir. Fakat bir de yakaladı mı artık onu iflah etmez ve onun canını çıkarır.” Efendimiz, bu beyanın sonunda da Hûd Sûresi’nde geçen yukarıdaki ayeti okumuştur.Pek çoğumuz Cenab-ı Hakk’ın zulmedenlere bu dünyada verdiği cezalara bizzat şahit olmuşuzdur. Çok defa görmüşüzdür ki, Allah, zalimlerin çevirdikleri dolabı getirip kendi başlarına çevirmektedir. (Bkz.: Feth, 48/6; Fâtır, 35/43) Evet bu konuda mümine düşen sabırla intizar etmektir. Her şeyi gören ve bilen Rabb’imiz Müheymin’dir. O, her şeyi bilip etrafımızdaki her hadiseyi tedbir edendir. Eğer bir şey çekiyorsak, O, çekenleri de, çekilen şeyleri de, çektirenlerin kimler olduklarını ve onların durumlarını da görmektedir. Öyle ise “Doğacaktır bize vaad ettiği günler Hakk’ın, kim bilir belki yarın, belki yarından da yakın.” (M. Akif) deyip teslimiyet içinde dua ve intizarda bulunmak en doğrusudur.
↧