![]()
Ya kanser olursam, -daha fenası ya içimde sessiz ve sinsice büyüyen bir ur varsa- günlerim yatakta geçer ve ölürsem. Ya çocuğumun başına bir şey gelirse. Ya kaza yaparsam.Ya eşim yolda gelirken araba çarparsa. Ya işimi kaybedersem. Ya okulu bitiremezsem. Ya bir hata yaparsam. Ya nişanlım beni terk ederse? Ya karşıya geçerken vapur batarsa. Ya köprünün üzerindeyken deprem olursa. Ya göçük altında kalırsam.Bunlar zihnin uydurduğu kaygılar değil. Kelam ilminde ‘’İmkân-ı zâtî’’ denilen durumlar. Yani bir şeyin aslında (zatında) mümkün olma hali, başka bir deyişle olabilirlik halidir.İnsan yolda kaza yapabilir, mümkündür. Sevdiklerinin başına bir şey gelme ihtimali her zaman vardır. İşini kaybetmesi olabilir. Kimse deprem olmayacağının garantisini veremez. Vapur bir deniz kazası sonucu batabilir ya da sert bir fırtınaya kurban gidebilir. Hepsi hepsi mümkündür.Zihin, mümkünatı olan şeylerle ilgilenir. İnsanların hiç olmayacak şeylerle kaygılandığı pek vaki değildir. Mesela kimse, ya aydan düşersem, diye bir kaygı taşımaz. Çünkü ayda insan yaşamaz ve aydan insan düştüğü de vaki değildir, imkân-ı muhaldir. Ama, dünyaya ya bir meteor çarparsa, diye kaygılanabilir çünkü bu mümkündür. İnsanın dert ettiği şey bu alemde olan, olabilecek şeylerdir. İnsanın kaygılandığı şeylere inanarak kaygı duymasının bir nedeni de olabilirlik ihtimali taşıması yani imkân-ı zâtî olmasıdır.İşin ilginç yönü, kaygının gerçek nedeninin “ya olursa” olmamasıdır. Çünkü kaygı, endişe, vehim ve vesveseler imkân-ı zihni olarak yaşanmaktadır.Zatında olması mümkün olan bir şeyin, ama henüz olmamış, vücuda gelmemiş, henüz gerçekleşmemiş olan bir şeyin “gerçekleşmiş gibi” yaşanmasıdır. Peki bu nasıl oluyor, nasıl oluyor da olmamış bir şey olmuş kadar sarsıyor?Çocuğunun başına bir şey geleceğini vehmeden kişi, henüz imkân-ı zati düzeyinde olan bu olabilirlik halini muhayyilesinde, hayal dünyasında kurgulamaya başlar. Canlı canlı imgeler, resimler belirir zihninde, tasavvurunda. Mesela, çocuğu kanser olmakta, hasta yatağında yatmakta, hali perişan, kendisi mutsuz ve umutsuzdur. Ya da vapurun batacağından korkan insan, kendisinin de akıl dışı bulduğu bu kaygıdan kendini kurtaramamasının nedeni; olabilirlik halinden çıkarıp imkân-ı zihni dünyasında olmuş gibi tasavvur etmesidir. Zihninin sinema perdesine capcanlı bir batma sahnesi gelir. Yavaş yavaş denize gark olan vapurda, insanlar kaçışmakta, neredeyse birbirini ezmekte, kendisi de denizin dibini boylamakta, nefes alamamakta, boğulup ölmektedir.İmkân-ı zihniyi ben en iyi rüya analojisiyle anlayabiliyorum. Son derece güvenli bir yerde uyuyan ve maddi manevi hiçbir dünyevi sıkıntısı olmayan bir insan düşünelim. Dışarıdan baktığımızda bu insan bir tehlike altında mı? Hayır. Başına bir iş mi geldi? Hayır. Kaygı, endişe edecek bir halde mi? Hayır. Bu insanın o an için oldukça mutlu mesut olmasını bekleriz çünkü kaygı, korku, endişe hissedecek bir durumun içinde değildir. Ancak bu insan o an çok büyük kaygı ve korku yaşamakta, kalbi deli gibi atmakta, kesik kesik nefes almaktadır. Çünkü bu insan o an rüya görmektedir.İnsan rüya görürken, o an yaşadıklarını gerçekten yaşamadığı halde neden korku, heyecan, panik duymaktadır peki? Bu bir rüya canım, diye geçip gidememektedir? Çünkü, kişi rüya görürken rüya gördüğünün idrakinde değildir. Rüyasını canlı canlı, o olayları gerçekten yaşıyormuş gibi yaşar.İşte, ya şu olay başıma gelirse diye kaygı yaşayan bir insanın sorunu da rüya gören ve o an gerçekten vuku bulmayan şeyden vuku bulmuşçasına korkan insanın hali gibidir. İnsan zihni, rüyada olduğu gibi, olabilirlik dahilinde olan bir olayı olabilirlikten çıkarmış, o olayı sanki o an yaşıyormuş gibi tasavvur ve tahayyül etmektedir.Kişinin kendine soracağı soru şu kanaatimce: Kaygılandığım şey, şimdi, şu an vücut buldu mu, gerçekten başıma geldi mi? Başıma gelmesinden endişelendiğim olayın gerçekten olduğuna dair elimde bir delil, kanıt, emare var mı, yoksa ihtimallere göre mi hüküm veriyorum?Hayatta birçok şey olabilir, birçok şey başımıza gelebilir, birçok şeyi yaşayabiliriz. Başımıza gelmeyen şeylerin o an gerçekten vuku bulmadığını unutup gaflete düşmek, en büyük gafletlerden biri olsa gerek.Aşk nedir?İstanbul Tıp Fakültesi’ndeyken, rahmetli anatomi hocamız Sami Zan, her derste bize öğütler verir, hikâyeler, fıkralar anlatırdı. Daha önceki dönemlerde yaşanan şöyle bir hikâye anlatılır.Bir öğrenci bir kâğıda “Aşk nedir?” diye yazarak cevaplaması için Sami hocamıza vermiş. Sami hoca sınıfa dönerek, “Çocuklar aşk nedir?” diye sormuşsunuz, bu çok zor bir soru, bana bir hafta mühlet verin,” demiş. Ertesi hafta, derse Sami hoca elinde bir horoz şekeriyle gelmiş. Kürsüde, sınıfa dönerek, “Bunu kim yemek ister?” diye sormuş. Azeri bir öğrenci fırlayarak, “Men yerem,” demiş ve sınıfın önünde horoz şekerini yiyivermiş. Horoz şekeri bitince Sami hoca sınıfa dönmüş, elinde tahta sapı tutan öğrenciyi işaret ederek, aşk nedir, sorusunun cevabını vermiş: “Çocuklar, aşk işte bu horoz şekeridir.”Hiç ziyanda olmamak...Zaman zaman hayatın sırrı bu hadiste diye düşünür, kendi kendime, hiç aklımızdan çıkarmasak keşke buradaki sırrı derim.“Mümin kişinin durumu ne kadar şaşırtıcıdır. Zira her işi onun için bir hayırdır. Bu durum, sadece mümine hastır, başkasına değil. Ona memnun olacağı bir şey gelse şükreder, bu ise hayırdır; bir zarar gelse sabreder, bu da hayırdır.”