Bir iki cumartesi önce Nahid Sırrı Örik’in, Bahriye Çeri emeğiyle hazırlanmış İstanbul Yazıları’nı tanıtmaya çalışmıştım. Bu yazının ilgi devşirmesi beni çok sevindirdi. Türk Tarih Kurumu’nun yayımladığı İstanbul Yazıları’nı kitabevlerinde bulamayan kimi okurlar beni aradılar. Herhalde bir dağıtım sorunu; İstanbul’un büyük kitabevlerinde Örik’in eseri yokmuş...O yazıda Nahid Sırrı’nın dergilerde, gazetelerde kalmış yazılarının kitaplaştırılması dileğimi belirtmiştim. Zaten Bahriye Çeri mektubunda, Tarih Yazıları’nın da yakında yayımlanacağını müjdeliyordu. Nahid Sırrı’nın pek çok tarih yazısı var. Sağlığında yayımlanmış Tarihî Çehreler Etrafında (1934) var sözgelimi; daha çok Batı’nın kral ve kraliçelerine, imparatorlara açılan sayfalar.Eski Zaman Kadınları Arasında’ysa (1958) yazarın aile çevresinden hanımları anlatmakla birlikte, yakın tarihimize de açılan renkli bir kitaptır. Nahid Sırrı yine yakın tarihimizin padişahlarını, şehzadelerini, sultanları ve damatları birçok yazısında portre çizimleriyle yansıtmıştır.Bir de çok önemli bir çevirisini anmak gerekir: Antoine Galland’ın hatıraları.1672-1673 yılları arasında İstanbul’da bulunan, Şark’a dair eserler vermiş, Bin Bir Gece Masalları’nı Fransızca’ya çevirmiş olan Antoine Galland, ayrıca İstanbul günlüğü tutmuştur. (Bu günlükten başka İstanbul yazılarında söz açmıştım...)Günlüğün bir bölümü kayıpTarih Kurumu’nun 1949’da Nahid Sırrı Örik’in çevirisinden ilk cildini yayımladığı bu çok renkli, çekici günlük, kentin özelliklerini, töresini, yaşayışını saptar. İkinci cildin yayımlanışını Nahid Sırrı görememiş; ikinci cilt -her nedense- ancak 1973’te basılabilmiştir. Handiyse çeyrek yüzyıl sonra.Günlüğün bir bölümü kayıpmış. 19. yüzyılda Fransa’da yayımlanan eser, elde kalan bölümleri içeriyormuş. Nahid Sırrı Paris’te bulunduğu yıllarda okumuş ve yıllar sonra dilimize çevirmek istemiş.Antoine Galland’la ilgili özlü bilgi, Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi’nin Stefanos Yerasimos’ça yazılmış maddesinden edinilebilir. Aynı maddeden öğrendiğimize göre Galland’ın bir de Paris günlüğü varmış. Fransa’dan Doğu’ya değişik zamanlardaki gezileri handiyse bir ömür boyu sürmüş.İstanbul’a ilk kez 1970’te geliyor. Elçi olarak atanan de Nointel’in yazmanı. De Nointel kapitülasyonların yenilenmesiyle görevlendirilmiş. İstanbul’dan Edirne’ye gelip gidişler, uzun süren müzakereler, nihayet kapitülasyonlar yenileniyor. Galland Fransa elçisinin hep yanında.Aynı zamanda çılgın bir kitap tutkunu olan Antoine Galland, on yedinci asırdaki İstanbul’un kültür dünyasını günü gününe izlemeye çalışırken sık sık yazmalardan, tarihlerden, yazınsal eserlerden söz açıyor. Bütün bu eserleri ne pahasına olursa olsun edinmek istiyor.Örnekse, Fars harfleriyle yazılmış Türkçe bir mesnevî görmüştür. Hüsrev’le Şirin’in aşklarını dile getiren mesnevî, minyatürlerle, yaldızlı nakışlarla bezenmiştir. Galland minyatürlerin güzelliği, nakışların işçiliği karşısında büyük heyecana kapılır.Aynı gün bir eser daha görecektir: Kınalızâde Hasan Çelebi’nin kaleme aldığı bir yaşamöyküleri derlemesidir bu eser. Kınalızâde, Kanunî’yle II. Selim zamanında yaşamış şairlerin, yaşantılarını, eserlerini, edebî değerlerini saptamıştır. Galland, “Türk şairlerinin bir kataloğunu alfabe sırasıyla tertip etmiş bulunmaktadır” diyor...5 Ekim 1672 tarihli günce sayfası, “Elime Türk’lerin tarihlerine ait bazı kitaplar düştü” cümlesiyle başlar. Arka arkaya tarihler tek tek anılacak, içeriklerinden, üslûplarından söz açılacaktır.Benzeri örnekleri çoğaltmak olası. İşte, Tarih-i Peçevî’nin “içinde bulunan başlıca şeylerin bir cedvelini ihtiva eden” elyazması bir nüshası Galland’ı ilgilendirir; bu nüshanın her yaprağı numaralandırılmıştır.Nahid Sırrı, eserlerden söz açıldıkça, çevirisini bilgilendirici dipyazılarla besler. Sadece bu dipyazılar, on yedinci yüzyılın sonundaki kültür hayatına ilişkin şaşırtıcı bilgilerle donanmıştır. Dahası, Nahid Sırrı’nın o kadar geniş bilgi birikimi etkileyicidir. Bugünün edebiyat ortamında kaç yazar geçmişin eserlerini bunca ‘biliyor’ diye sormadan edemiyorsunuz.İstanbul’u, bu günlükte, on yedinci yüzyılın ortalarında, sonunda, üstelik bir yabancı seyyah-yazmanın gözünden, okur-yazar bir kent olarak görürüz. Okullarda okutulan tarih kitaplarımızın pek anmadığı bir görünüm söz konusudur: Bir kesim insan, devamlı olarak eserlerle, Galland’ın söylemiyle ‘kitap’larla uğraşmakta; ‘kitap’lar çoğaltılmakta, en değerli nesnelerden sayılmakta, alınıp satılmaktadır.Galland sık sık sözlükler alır. Birçok sözlüğü olduğunu ifadesinden anlıyoruz. Üç kuruşa edindiği Farsça ve Türkçe sözlükten söz açarken, şimdiye kadar aldığı “lugat”ların en iyisi olduğunu belirtiyor. Ekliyor, lugatın sözcük dağarı, çok zengin bir dile işaret etmekteymiş...Bu, ‘okur-yazar’ kentte o zamanlar toplumsal hayat da yabana atılamayacak bayındır bir görünüm sunmaktadır. On beşinci ve on altıncı yüzyılların yabancı seyyahlarınca yazılmış gezi kitaplarında İstanbul yer yer bayındır, yer yer bakımsızdır. Oysa Galland payitahtın özenle korunduğuna dikkat çeker.Eylül ortasında bir şenlik gecesini anlatan Galland, Galata ile İstanbul yakasında bütün dükkânların sabaha kadar açık tutulduğunu söylüyor. Sokaklara minderler, süslü yastıklar, göz kamaştırıcı Acem halıları atılmıştır. Âdeta görkemli bir görünüm elde edilmek istenmektedir.Dört bir yan dallarla, yaldızlanmış yapraklarla bezenmiştir. İki adımda bir, birçok fener, sabaha kadar, gün ağıncaya ışıl ışıldır. “Her tarafta, bütün gece boyunca, eşhasın şenlik etmek üzere çaldıkları çalgıların ve davulların sesleri” duyulur. Bir müzik şöleni geceyi sardıkça sarar.Eminönü’ndeki Yeni Cami’e ve onun Hünkâr Kasrı’na ayrılmış sayfalar bugünkünden çok farklı bir toplumsal ortamı betimler. Yazman, Unkapanı çevresini, yeniçeri odalarını, bedesteni de gezmiştir. Nihayet Valide Hanı’na uğrar. Bütün buralarda kendine özgü bir uygarlığı görmüş ve günlüğüne geçirmek ihtiyacını duymuştur.İşin tuhafı, İstanbul hayranı da değilBoğaziçi gezintilerini sona bıraktım. Galland İstanbul’da bulunduğu sürece Boğaziçi’ne, özellikle yaz mevsiminde, birçok kez gitmiş. Padişah köşklerini, bahçeleri anıyor. İncirliköy, Hünkâr İskelesi, başka semtler; bu gezintiler sırasında Yuşa Tepesi’ne de çıkıyor.IV. Murad’ın doğduğu Tokat Bahçesi’nde iki üç gün konuk ediliyor. Bugün yerinde yeller esen Tokat Bahçesi için Galland’ın satırları belge niteliğinde.Antoine Galland, işin tuhafı, öyle İstanbul hayranı da değil. Bağnaz denebilecek bir tutumla, olayları, yaşam biçimini, gözlemlerini, ikide birde Batı ve Hıristiyanlık açısından değerlendiriyor. Buna rağmen imparatorluk başkentinin apayrı bir uygarlığı temsil ettiğini yadsımıyor.Günlüğün ikinci cildi Türkçe’de yirmi üç yıl sonra basılabildiğine bakılırsa, esere ve eserin anlattıklarına verdiğimiz önem kendiliğinden ortaya çıkar. Şimdi bir kırk yıl daha geçmiş. Öyle sanıyorum ki, o eski kayıtsızlık büsbütün pekişmiş.Daha acısı, yeniden vurgulamak istiyorum, Galland’ın metnini açıklayıcı bilgilerle besleyecek, Nahid Sırrı Örik gibi tarih tutkunu bir edebiyat adamını bulmak bugün için hemen hemen imkânsızdır. İstanbul’u düşkün haliyle gören bizler, kimbilir, belki de, yazıya çiziye, eserlere, kültüre değer vermeyişimizin cezasını çekiyoruz.
↧