Yarın izlenimlerimi paylaşacağım İstanbul Bineal’ine giderken dilenci kadınların kucağında veya yerde kartonların üzerinde uyuyan çocuklar gördüm. Onlara ilk kez rastlıyor değildim ama beynimde binealin ana teması “kamusal alan” fikri olduğundan algım seçici davranmıştı.İşte kamusal alan, işte sokakta uyuyan çocuklar, bienalde bu manzaraya yer var mı acaba diye düşündüm. Normal bir uykuya da benzemiyordu halleri. Kim bilir hangi ilaçlarla uyutulmuşlardı? Sabahın erken saatleriydi. Normalde sıcak yataklarından henüz çıkmamış olmaları gerekirdi. Kucaktakiler de taşa yatırılanlar da ince bir örtüyle güya soğuktan korunmaya çalışılmıştı. Bir tanesinin beresi yüzünü de kapatacak şekilde giydirilmişti. Belki de bütün gün yarı baygın bir şekilde öylece durup, annelerinin merhamet talebine yardımcı olacaklardı.Hikayeleri birbirine benziyorKadınlarla konuşmaya çalıştım. Kimi ürkek ve mahcup, kimi fütursuz ve cabbardı. Fotoğraflarının çekilmesine belki yetkililerden bir yardım gelir ümidiyle istemeye istemeye razı oldular. Bazıları fotoğrafa tamamen karşı çıktı. Hepsinin hikâyesi birbirine benziyordu. Dilenmekten başka çareleri yoktu. Kocaları ya kağıt toplayıcısıydı, ya ayakkabı boyacısı ya işsiz, ya da hastaydı. Kirası üç yüz lira olan evlerde oturuyor, düzenli ödeme yapamıyorlar, ev sahibinin anlayışı sayesinde durumu kurtarıyorlardı. Çocuklara yemin billah ilaç vermiyorlardı. Onları bırakacak yerleri olmadığından yanlarında getirmişlerdi. Birinci sınıfta okuyan çocuğunu okuldan alıp, hastaneye götüreceğini söyleyen de oldu, evde iki çocuğu daha bulunduğunu, eşinden ayrılıp tek başına hepsine baktığını belirten de. Bazıları bu işe daha yeni başlamıştı, bazıları her gün aynı köşeye gelip birkaç saat kalıp evlerine dönüyordu. Günde ortalama 30-40 lira toplayabiliyorlardı.Bütün bunların ne kadarı doğru ne kadarı yalan, bilemezdim. Kadınların birbirlerine yakın noktalarda duranlarının sima benzerliğinden dolayı akraba olabileceklerini düşündüm. Kadınlardan birinin yanına hiç yaklaşmadım. Onu uzaktan izleyen iki adam vardı, ara sıra yanına geliyor konuşuyor, sonra tekrar uzaklaşıyorlardı. Konuşarak bir yere varamayacağımı anlayınca bıraktım dilenci gözlemeyi. Yoğunlukla metro ve metrobüs duraklarına çıkan altgeçitler ve parklarda, seyrek olarak da ana cadde ve sokak aralarında aynı fotoğrafı veren belki de yüzlercesi vardı. Bazen vapur veya motorlarla otobüs garlarında da çıkıyorlardı karşımıza. Ortak noktaları, çocukları hep uykudaydı. Gerçekten muhtaç mıdırlar yoksa dilenciliği meslek mi edinmişlerdir, iş verilirse dilenmeyi bırakırlar mı, organize bir ekibin parçaları mıdırlar, kendileri adına mı çalışırlar, her gün düzenli şekilde mi dilenirler, ara sıra mı işe çıkarlar, hep aynı noktada mı konuşlanırlar, her seferinde başka yerlerde mi ararlar şanslarını, aylarca takip etsem büyük resmi çıkarabilmem mümkün değildi.Cevapsız kalan sorularAklım çocuklarda kalmıştı. Cevapsız sorular hâlâ zihnimde dönüyordu: O yavrucaklar arasında kayıp-çalıntı çocuklardan biri var mıydı acaba? Tahmin ettiğim gibi uyutuluyorlarsa verilen madde onları nasıl etkiliyordu? Bu problemin muhatabı kimdi? Belediyeler mi, Emniyet mi, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı mıydı? Belediyelerin dilencilere kaldırım işgaliye cezası verip o noktadan uzaklaştırmanın dışında bir hizmetleri var mıydı? Sivil polisler bu uyuyan çocukların fotoğraflarını çekip kayıp-çalıntı çocuklarların fotoğraflarıyla neden karşılaştırmıyordu? Bu yolla bulunup ailesine teslim edilen bir çocuk olmuş muydu? Bugüne kadar kendilerine iş verilerek dilenmekten kurtarılan kaç kişi vardı? Hangi partinin programında dilenciliği bitireceğiz diye bir vaat vardı? Seçmenlerin gönlünü çelecek bir hizmet değildi anlaşılan. Üstelik sadece dilencilik enstrümanı olarak kullanılanlar değil, yaşları daha büyük olup sokakları mesken edinen çocuklar da vardı. Neden hepsini kurtaracak bir seferberlik başlatılmıyordu? Bu, çözülmesi imkânsız bir problem miydi?Peki bizler tanıklığımızın hesabını nasıl verecektik? Cebimizden çıkan birkaç lirayla vicdanımızı rahatlatıp, “ayıp değil mi dileniyorsun, bir iş bul çalış” diye azarlamalarla sorumluluğumuz düşecek miydi? Sokaklarda uyuyan çocuklar olduğu müddetçe sıcak yataklarımızdaki uykular bize helal miydi? Kamusal alanın siyasal ve sanatsal gücüne odaklanan Bienal’i bu soruların gölgesinde gezdim. Konuya ilişkin herhangi bir projeye rastlayamadım. İçimde kocaman bir utanç duygusuyla ayrıldım o mekânlardan. Şimdi, bu yazıyı yazdım ya, daha da büyüdü utancım...
↧