Zaman en büyük tefsircidir derler. Hadiseler de gösteriyor ki gerçekleri zamanı geçmeden haber alamayanlar torbaya konulurlar.Bir gün Medine Yahudileri, Efendimiz ve arkadaşlarının hızlı gelişip-genişlemesinden duydukları endişeyi eyleme dönüştürmek isterler. Düşünür, taşınır ve sonunda bir karara varırlar. Yapacakları şey şudur: Herkesin itimat edip, yaptıklarına önem atfedeceği kişilerden bir grup oluşturacaklar ve bu grup, Efendimiz’in huzuruna çıkacaktı. Nasıl planlandıysa öyle söze başlayacak, neticede şehadet getirip, Müslüman olduklarını açıklayacaklardı. Böyle bir grubun Müslüman olmasının doğuracağı sevinci hesap etmek lazım önce. Sonra bunun bir şevk unsuru olarak Medine Müslümanları arasında nasıl bir coşku sebebi olacağını da düşünmek lazım. Kim bilir o gün içinde şevk ile neler neler anlatılacaktı? Sürecin olgunlaştığını gördükleri zaman, aynı grup tekrar huzur-u nebeviye gelecek ve yine planlandığı üzere sözlerini söyleyerek İslam’dan döneceklerdi. Tabii bu sefer de bu güvenilir insanların dinden dönme sebepleri kim bilir hangi odakların da desteği ile davul gibi çalınacak, yeni Müslüman olmuş veya iman kalbine tam olarak oturmamış kişilerin dinden dönmesi sağlanacaktı. Eğer böyle birkaç kişi dinden dönse, -ki bunlar münafıklar gibi üzerine bire bir çalışılacak planlanmış kişiler de olabilir- sonra onun üzerine düşünün ki ne propagandalar bina edilecek ve daha fazla insanın dinden dönmesi sağlanarak bir riddet seli oluşturulacaktı. Hazırlıklar tamamlandı; grup oluşturuldu ve icra için ertesi günün sabahı beklenmeye başlandı. Onlar yapacakları planın mükemmelliğinden duydukları zevkle uykuya dalarken, Allah Celle Celâlühû, Habib’ine, Âl-i İmran Sûresi, yetmiş ikinci ayette yer alan hususu haber verdi. Gelen ayet, kapalı kapılar arkasında planlananları deşifre ediyordu: “Ehl-i kitaptan bir güruh birbirlerine şöyle dediler: Şu Müslümanlara indirilen kitaba günün başlangıcında (zahiren) iman edin, sonunda da inkâr edin, olur ki onlar da şüpheye düşüp dinlerinden dönerler.” Yapılacak işin önceden haber alınması sayesinde, plan, daha başlamadan bitirmişti. Bu ve birkaç ayet ile Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem’in istikbale dair verdiği bazı haberler haberciliğin, dolayısıyla medyanın ufkunu çizmek açısından çok dikkatimi çekiyordu. O yüzden Zaman kampanyalarında nereye gönderilsem, sadece ve sadece bu ayet ve hadisleri arz ediyordum. Elhamdülillah, öyle bir kitaba inanmakla şereflendirilmişiz ki, o kitap hayatın tamamını kuşatıyor. Bir gazetenin içinden baktığınız zaman da, size bulunduğunuz mesleğin esaslarını fısıldamaya başlıyor. O zaman anlıyorsunuz ki, Allah Celle Celâlühû’nun Habir ismine sımsıkı sarılmak ve sadece olanlarla değil, olacakların da bilgisine önceden ulaşmak gazetecilerin olmazsa olmazları arasındadır. Eğer bunu başarabilir ve sadece hakkın hatırı için insanlara ulaştırabilirlerse fitne ve fesadın önünü almakta mukaddes bir vazife icra edebilirler. O yüzden bu ayeti, sûrenin son ayeti ile birlikte okudum ve inandım ki, imanlı ve hakikatbin bir gazeteci için bu devirde tam bir “murabıt” olma imkânı vardır. Yoruculuğu, yıpratıcılığı ve usandırıcılığı işte bu büyük neticenin bedelidir. Şimdi sadece Türkiye’de değil, dünyanın her yerinde böyle bir ribat vazifesi, bir an bile ihmal edilemeyecek ciddi bir iş olarak karşımızda duruyor. Meselenin sadece sayıdan ibaret olmadığını bilerek söylüyorum: Bize 1 milyon 250 bin günlük tiraj da yetmez. İleriye, çok daha ileriye bakmak zorundayız. Hadiselerin de açıkça gösterdiği gibi gerçeklerin “Zaman’ında” anlaşılması çok ama çok önemlidir.
↧