Devlet Ana’nın yayımlanışından sonra Kemal Tahir’in yazarlık yaşamı fırtınalarla donanmıştı.1960’ların sonunda Salim Şengil’in Dost dergisi bu romanla ilintili bir soruşturma düzenlemiş; birçok yazar, şair, siyaset adamı esere, olumlu olumsuz değerlendirmelerle yaklaşmıştı. 1960’ların sonunda, ‘70’lerde, sonraki onyıllarda bugünün ‘satış kampanyaları’ hayat bulmadığından, Dost’un soruşturması şaşırtıcı bir ‘ilk’ti. Olumsuz değerlendirişlerin çokluğuna rağmen Devlet Ana’nın satışına büyük katkısı olmuştu. Ne var ki, Kemal Tahir bu soruşturmadan sonra bazı çevrelerce dışlanacak, Devlet Ana da bir roman olmaktan çıkıp ‘öcü’ kimliğine bürünecekti. Bu romanın şimşekleri üzerine niye bunca çektiğini anlamak olasızdı. Bozkırdaki Çekirdek Köy Enstitüleri’ne farklı yaklaşımıyla tepkilere yol açmıştı. Enstitülerde çalışmış, o günlerin havasını ve ülküsünü solumuş yazarlar doğal olarak Bozkırdaki Çekirdek’e uzak duruyorlardı; bununla birlikte Bozkırdaki Çekirdek’in ‘kapalı iktisat’a karşı çıkışı üzerinde de hemen hiç durulmuyordu. Kurt Kanunu ve Yol Ayrımı romancının büsbütün kendi içine kapanmasına yol açacaktı. Kemal Tahir’in son dönemindeki ününü ve yalnızlığını Kar Yağıyor Hayatıma’da yazmıştım; yinelemeyeceğim. Başka bir anıyı anlatmak istiyorum: Yol Ayrımı’ndan sonra, Göztepe’deki son evde yazı masasının üstüne birçok dosya çıkartılmıştı; bunlar Kemal Tahir’in kurguladığı, başlayıp yarım bıraktığı, hatta noktalayıp, sona erdirip yayımlamaktan vazgeçtiği roman dosyalarıydı. O zaman çok şaşırmıştım. Çünkü her şeyden önce bu yazı emeği şaşırtıcıydı: Binlerce sayfa! Hele sona erdirilmişlerin yıllar yılı tozlu dosyalarda bırakılmış, terk edilmiş olmasına anlam veremiyordum. Dahası, o günlerde, Kemal Tahir’in takma adlarla kaleme aldığı, çoğu tefrika halinde kalmış romanlarından, uzun öykülerinden habersizdim. Neyse ki İthaki Yayınları bunlardan bir öbeği Biz Böyle Delikanlılar Değildik! adıyla kitaplaştırdı. Bilgi Yayınevi de geçmişte, Kemal Tahir’in ölümünden sonra, benim yazı masasının üstünde gördüğüm dosyalardan bazılarını kitaplaştırmıştı. Bunlardan Karılar Koğuşu’nu Halit Refiğ çok etkileyici bir film olarak sinemaya aktardı. Dönemin siyasetinden, ister sağ ister sol, çok çekmiş her yazar gibi Kemal Tahir de kim bilir hangi kaygılardan, kararsızlıklardan, “bocalayışlardan geçerek, noktaladığı romanlarını bile yayımlamamıştı... Günlerdir düşünüyorum. Bir romancıyı, eserini beğenelim beğenmeyelim, onu özgür bir ortamda var etmek uygarlık görevimiz değil mi diye sormaktan kendimi alamıyorum. Hür Şehrin İnsanları, Esir Şehir üçlemesinin ilk yazılışı, çekirdeği sayılabilir. Ama Bir Mülkiyet Kalesi başlı başına bir bütün, yeniden yazılmasına gerek duyulmamış ya da vakit kalmamış bir romandır. Bir Mülkiyet Kalesi ilk kez 1977’de yayımlandı. Büyük olasılıkla, yazı masasının üstündeki dosyalardan biriydi. Kemal Tahir belki yeniden ele almak istiyordu. Bir Mülkiyet Kalesi Abdülhamid döneminde geçen bir romandır. Yazar, ailesinden esinlenmiştir. Marangoz Mahir Efendi, Kemal Tahir’in babasının romana yansımış bir karşılığıdır. II. Abdülhamid çağından İttihat ve Terakki’ye yol alan bu romanda yazarı huzursuz kılan acaba neydi? Bunu da günlerdir düşünüyorum. Kabaca bir yanıt, belki “Kızıl Sultan” Abdülhamid portresinden farklı bir portrenin Bir Mülkiyet Kalesi’nde çizilmiş olmasında aranabilir. O günler, şimdinin Abdülhamid övgüleriyle dolup taşan günleri gibi değildi... Bir uçtan bir uca boyuna sürüklenen tuhaf ve irkiltici düşünce dünyamızın ‘edebî’ eser üzerindeki hırpalayıcı etkisini kim bilir daha kaç kuşak hissetmek zorunda kalacak. Örnekse, bugün de ‘müstebit’ Sultan Hamid’i yazmak fincancı katırlarını ürkütmez mi?
↧