Türkiye’de otoriteler ekonominin iç tüketime gereğinden fazla yaslanarak büyüdüğünü düşünüyorlar.Tüketimdeki artışın da özellikle bankaların hane halkına sağladıkları finansmanla mümkün hale geldiği görüşündeler. Rakamlar bunu teyit ediyor. 2002 yılı sonunda ekonominin sadece % 1’i büyüklüğünde olan kredi kartı dahil tüketici kredileri bu yılı %20’nin üzerinde bir oranda bitirecek. Ve bu dönemde ekonomi reel olarak yılda ortalama %5,1 büyürken özel tüketimin buna yaptığı katkı yılda ortalama 3,5 puan. Yani hane halkı borçluluğu seviye olarak gelişmiş ülkelere göre düşük olsa da tüketime paralel hızla artıyor. Tüketim aynı zamanda aramal ve hammadde ithalatını körükleyince ortaya “hane halkı borcunun artırdığı tüketimle büyüyen cari denge açığı” sonucu çıkıyor. Çünkü bu dönemde ithalat yılda ortalama %18 artarken cari denge açığının ekonomiye oranı yılda ortalama %5,3 oldu. Demek ki, otoritelerin bankaların hane halkına sağladığı finansmanı bir şekilde yavaşlattıklarında sorunu çözebileceklerini düşünmeleri son derece normal. Hem borçluluk hızla artmaz hem de cari denge açığı bu kadar büyümez. Bu çözüm yolu borçluluk ve cari açık sorununu rahatlatabilir belki ama aynı zamanda ekonomi de yeterince, yani genç nüfusun sürekli artan yeni istihdam ihtiyacını karşılayabilecek kadar, büyüyemeyebilir. Çünkü yavaşlatılmaya çalışılan iç tüketim ekonominin en güçlü büyüme motoru. Ekonominin üçte ikisi ve yukarıda belirttiğim üzere son 10 yılda ekonomik büyümeye en fazla katkı yapan grup. Demografik açıdan bakıldığında geleceği de parlak ve reel sektör yatırımlarını cezbediyor. İç tüketim yavaşladığında yanına başka güçlü bir motorun eklenmesi gerekiyor ki ekonomi eskisi gibi yılda ortalama %5’in üzerinde büyüyebilsin. Bunun için biçilmiş kaftan dış tüketim, yani ihracat. İhracat cazip hale gelirse zaten reel sektör de yatırımlarını ihracata yönelik yapacak. İhracat sadece büyümeyi daha dengeli hale getirmeyecek, cari açıktaki artışı da azaltacak. Otoriteler de gayet iyi biliyorlar ki ihracatı artırmak o kadar kolay değil. O yüzden ellerinden geldiğince buna destek vermeye çalışıyorlar. Her şeyin başı olan TL’nin rekabetçi olmasına özen gösteriyorlar (son 3 yılda Dolar- Euro sepetinin TL fiyatı üçte bir artmış durumda ve yüksek seyrediyor). İthalatı yüksek olan aramalların üretimine teşvik veriyorlar. Melek yatırımcı gibi girişimciliği, inovasyonu teşvik edecek uygulamaları yapıyorlar. Enerji maliyetini azaltacak enerji özelleştirmelerini ve nükleer gibi yeni enerji kaynaklarını devreye sokuyorlar. Ama buna rağmen son yıllarda ihracatta ivme kaybı var. Kurların hiç destek vermediği, hatta köstek olduğu, bugünkü diğer teşviklerin ortada olmadığı 2003-2008 yılları arasında yılda ortalama %25 artan ihracat sonraki 2009-2012 döneminde sadece %5 artabildi. Üstelik son 1 yılda artış daha da düşük, sadece %2 (Grafik 1). Sanayi üretimine özel bir katkısı olmadığı düşünülebilecek altın (değerli maden) ihracatını çıkartsak bile artış %6 gibi geçmiş yıllara göre çok düşük bir oranda. Türkiye’nin ihracatı yıllardır ekonomisinin %20’sinin, dünya ihracatının ise %1’inin altında seyrediyor. Türkiye dünyanın 17. büyük ekonomisi ama dünya ihracatında alınan pay sıralamasında 32. Bu rakamlar iç ve dış tüketimini dengeleyerek hızlı büyümek isteyen bir ekonomi için yetersiz. Böyle olduğu da zaten iç tüketim yavaşladığında ekonominin de potansiyel hızının çok altına inmesinden, işsizlik oranının düşmek bir yana artmasından belli (istihdam artıyor ama o da daha ziyade hizmet sektörlerinde).Sorun nerede?2007 sonrasında tüm dünyada etkili olan global kriz, dünyadaki ihracat pastasını kısmış durumda. Global ihracat artışı hızla geriliyor (Grafik 2). Artık ihracat çok daha geniş coğrafyada karmaşık üretim zincirleri üzerinden yapılıyor, bölgesel ticaret anlaşmaları çok daha ön plana çıkıyor, çevresel farkındalık artıyor ve finansman imkanları zorlaşıyor. Teknolojik üstünlük giderek daha belirleyici oluyor, inovasyonu mümkün kılıyor ve katma değeri yükseltiyor. Ve en önemlisi, ihracata dayalı büyüyen ülkeler tüketici ihtiyacındaki ve teknolojik gelişmelerdeki trendleri doğru görüp doğru zamanda iş modellerini değiştirerek ihracatla büyümeyi sürdürebiliyorlar. Finlandiya gibi üretiminin yaklaşık yarısını ihraç eden bir ülke yıllarca cep telefonu teknolojisi ve üretimine önderlik yapıp yüksek marjlarla sattıktan sonra bunu çok daha ucuza üretenlere devredip akıllı telefon uygulamalarında dünya liderliğine soyunabiliyor. Yılların ihracatçısı Japonya’nın en büyük elektronik ihracatçılarından biri televizyon üretiminde artık yeterince kâr edemediği LED aydınlatma teknolojisini TV üretiminden tarım üretimine yönlendirecek kadar ileri gidebiliyor. Arap ülkelerinde meşhur olan Japon çileklerinin bu teknolojiyle ışıklandırdığı kapalı alanlarda daha kaliteli ve verimli şekilde üretilmesini sağlayarak düşük marjlı çileği değil yüksek marjlı teknolojiyi ihraç ediyor. İthal teknoloji ve pahalı işçilikle TV montajında ısrar edip alışveriş merkezleri yapmıyor. Sorun da zaten orada.
↧