![]()
Benim ve birçoklarının arzu ettiği değişim, otoriter laiklik ve tek–kültürcülüğe dayalı Kemalist düzenden özgürlükçü ve çoğulcu demokrasiye rejim değişikliği.Ne var ki, hele demokrasi içinde, rejim değişikliği akşamdan sabaha mümkün olmuyor. Akşamdan sabaha olan değişimler, yani devrimler de pek çok yanlışa yol açtığı gibi, kalıcı olmuyor, ani veya zamanla geri dönüşler yaşanıyor. AKP iktidarı altında tanık olduğumuz reformlar her zaman istediğimiz yönde olmuyor, bazen iki adım ileri bir adım geri gidiliyor ya da tümüyle ters yönde… Bunun nedenlerini anlamadan, arzuladığımız rejim değişikliğine katkı yapmak zor. Nedenlerin başlıcaları şunlar:Türkiye, eksikli ve kusurlu, ama bir demokrasi. İktidar sandıktan çıkıyor. Değişim talebiyle karşılaşan bütün iktidarlar gibi AKP hükümeti de, reform yapabilmek için halk nezdinde güçlü desteğe sahip olmak, bunu korumak ihtiyacında. Reformların laikçi ve ırkçı çok muhalifi var. İktidar partisinin içinde de eski rejime bağlı olanlar az değil. Silahlı mücadele yürüten Kürt milliyetçileri, belki bir noktaya kadar Kürt kimliğinin inkarının son bulmasında rol oynadılar, ama o noktadan sonra, silah zoruyla Kürtleri vesayetleri altına almaya kalkışarak Kemalist rejimin koruyucularının ekmeğine yağ sürdüler. Bunun yanlışlığını ancak son yıllarda, rejim giderek açıldıkça görmeye başladılar. Tam olarak kavradıklarını söyleyebilmekten de uzağız.AKP lideri Başbakan Erdoğan’ın askerî vesayete son vermek, iktidarın seçimle belirlendiği demokrasiyi yerleştirmek istediği muhakkak, ama gerek kişilerin gerekse kimliklerin hak ve özgürlüklerine saygı konusunda, hele son seçimlerden bu yana çok şüphe uyandırıyor. Erdoğan liberal değil, muhafazakar bir demokrat. Millet anlayışı da, kuvvetle İslam milleti anlayışının etkisinde. Türkiye’de liberal ve çoğulcu demokrasinin yerleşmesini isteyenlere düşen, yukarıda başlıcaları sayılan gerçekleri kavradıkları gibi, doğru yöndeki adımları desteklemek, ters yöndeki adımları eleştirmek. Eleştiri özgürlüğü, her zaman toplumların yolunu açan güç. Umarız Sayın Başbakan Diyarbakır’da “Yazarlara, şairlere, gazetecilere, sanatçılara tahammül edemeyenler bölgeye barış getiremezler…” dedikten sonra, bunun Türkiye için de geçerli olduğu bilinciyle davranır.Kürtlerin eşit yurttaşlık haklarına ve imkanlarına kavuşmaları, barış ve demokrasinin yerleşmesi için en önemli hedef. Bu yolda (çok şükür) adımlar atılıyor. Kürtçe yasağı bitti. Kürtçe artık her alanda konuşuluyor. Kürtlere “Varlığım Türk varlığına armağan olsun! Ne mutlu Türk’üm diyene!” dedirtilmesi de geride kaldı. Sayın Başbakan Bismil’de “Red, inkar, asimilasyon bitmiştir…” dedi. Evet, red ve inkar bitti, ama Kürtler iki - dilde, anadil ve resmi dilde eğitim görme imkanına kavuşmadıkça, asimilasyon bitmez.BDP eşbaşkanı Selahattin Demirtaş, geçenlerde çok acı şeyler söyledi: Kürt olduğunu 17 yaşında öğrendiğini, ailesinin o yaşa kadar Kürtlüklerini sakladığını, Kürtçeyi o tarihten sonra öğrenmeye başladığını anlattı. Demirtaş, anadili bastırmanın milliyetçiliği önlemeyip, aksine ateşleyeceğinin sadece bir örneği. Anadilini öğrenmeden başka dilleri düzgün konuşmak mümkün olmadığı için, Kürtler Türkiye’de (Türkler Bulgaristan’da) iş piyasasında dezavantajlı konumda kalmaya devam ediyor; toplumla bütünleşmeleri engelleniyor.Anadilden uzaklaşan insanları kimliğinden koparmak da mümkün değil. Bugün İskoçya’da anadili konuşan çok az insan kaldı, ama önümüzdeki yıl bağımsızlık için referandum yapılacak. Örnekler çok.