Quantcast
Channel: ZAMAN-YAZARLAR
Viewing all articles
Browse latest Browse all 11844

Selim İleri - İstanbul'dan Paris'e 2

$
0
0
Attilâ İlhan’la gerçekleştirdiğimiz Nâm-ı diğer Kaptan adlı ırmak söyleşide Paris apayrı bir bölümdür. O kadar ki, Attilâ Ağbi’nin üslûbu bile değişir. Paris’e gidişi, Paris’te geçen günler, yaşananlar, sevdalar hep buğuyla örtülüdür.Hiçbir zaman soramadım: Bu ‘gerçek’ Paris midir, yoksa şair Attilâ İlhan’ın düşleminde bir kent midir?Onun Paris tutkusunu ilkgençliğimden biliyordum. 1960’ların sonu, Atatürk Erkek Lisesi son sınıf öğrencileriyiz. Bir iki arkadaşımız bol bol Attilâ İlhan okuyor ve Paris’e gitme hayalleri kuruyorlar. Bizim kuşak Paris tutkusunu Attilâ İlhan’dan edinecek. Hemen hiçbirimizin Yahya Kemal’in Paris serüveninden haberi yok.Attilâ Ağbi’nin var mıydı, konuşmuş muyduk, hatırlamıyorum. Ne var ki, Paris dönüşü ‘memleket’e, Doğu’nun kültürüne daha başka görüngelerden bakış, Yahya Kemal’de olduğunca, Attilâ İlhan’da da aynı akışı ardı sıra getirir.Zaten ırmak söyleşide ısrarla bu konu üzerinde duruyordu. Paris’te gözlemledikleri ve özümsedikleri bize, hayatımıza artık başka türlü yaklaşmasına yol açmıştı. Tarihten kültürel coğrafyaya, çok geniş bir alanda...Bense, onun Zenciler Birbirine Benzemez romanını düşünüyordum. Yine lise yıllarımda okuduğum bir eserdi Zenciler Birbirine Benzemez. Anasız babasız, Sanat Enstitüsü’nde parasız yatılı okumuş Mehmet Ali günün birinde kalkıp Paris’e gider.1957’de yayımlanmıştır roman; anlatılan dönemse İkinci Dünya Savaşı yıllarıdır. Mehmet Ali Paris’i kozmopolit bir insan bereketi içinde bulur. Kaldığı düşkün, ucuz otelde kimler yoktur ki!İspanyol Hernandez komünisttir, Mısırlı El-Barudi de. Siyasî mülteciler, Tito rejimini devirmeyi düşleyen antikomünist Yankoviç, dünyagörüşü bireycilikle donanmış Çinli Çang, ötekiler... Derken Mehmet Ali Alman Hilde’ye âşık olacaktır, Hilde öğrencidir.‘Öğreniş, kültürle donanış’ Değişik, birbirine karşıt siyasî düşüncelerin, inançların tartışıldığı bir hava eser roman boyunca. Uzaktan uzağa nihilizm... Sormuştum ve Attilâ Ağbi o roman kişilerinin bazılarını gerçekten tanıdığını, gerçek hayattan romanına yansıttığını söylemişti.Zenciler Birbirine Benzemez, Bir Sürgün’deki kadar olmasa bile, karanlık bir sonla noktalanır: Mehmet Ali’nin kısıtlı parası bitmektedir, iş bulamamıştır, Paris kaosunda sürüklenmektedir.Nâm-ı diğer Kaptan’da Paris günlerini ‘öğreniş, kültürle donanış’ gibi dile getiren Attilâ İlhan, işin tuhafı, 2000’lerde Paris’e adım atmaya bile yanaşmamıştı. Kendisiyle ilgili bir belgesel hazırlanıyordu; kimi sahnelerin Paris’te çekilmesi önerilmişti. “Onlar hepsi geçmişte, gençlikte kaldı” diyordu Attilâ İlhan.Memleketten Paris’e, Paris’ten tekrar memlekete bu gidip gelişler, Yahya Kemal’de, Attilâ İlhan’da, başka yazarlarda hep ‘tarih bilincine açılış’la yorumlanır. Karşıt bir yoruma nedense hiç ihtiyaç duyulmamıştır.Bir başka Paris yolcusu Peyami Safa’dır. Zaman açısından biraz daha geriye dönüyoruz, 1938’deyiz. Kanaat Kitabevi “Ankara Kütüphanesi” dizisinden Peyami Safa’nın Büyük Avrupa Anketi’ni yayımlıyor. Bu gezi izlenimleri geçen yıl Cumhuriyet gazetesinde tefrika edilmiş. Peyami Safa “Avrupa bir devdir” diyor ve devam ediyor: “Garp medeniyetinin en büyük mucizesi, beş kıtanın bu en küçük parçasını, bu cüceyi, güzel sanatlarla ve teknikle okuyup üfleyerek bir dev haline getirmek olmuş. Avrupa büyüklük, Avrupa aydınlık, Avrupa temizlik, Avrupa düzgünlük, Avrupa kalabalık, Avrupa zenginlik, Avrupa canlılık demektir.”Peyami Safa’da, Yahya Kemal ya da Attilâ İlhan gibi, Garp’tan Şark’a özlemli bir ‘dönüş’ söz konusu değildir, -yeni basımı bir daha galiba yapılmamış- Büyük Avrupa Anketi’nde. O, hayranlığını açıkça dile getiriyor:“Bina, cadde, meydan, mağaza, liman, gar; orada her şey aydınlıktır. Kilovat çağlayanları halinde akan ışıklarla hayat, neşe, yaratıcılık arasındaki nisbet orada idrak edilmiştir; orada her şey temizdir: Caddeler vardır ki Şark’taki belediye reislerinin yatak odalarından daha temizdir ve daha düzgün; orası dünyanın en küçük kıtası olduğu halde en kalabalık yeridir ve canlılığı da, zenginliği de, sıkışmanın büyüttüğü kesif cemiyet duygusunun ve tembeli gebertmekle tehdit eden faaliyet mahşerinin içindeki tüyler ürpertici rekabetin mahsulüdür. (...)Bu mevzua, ölünceye kadar, birçok yazılarımda geleceğim. Çünkü bu farktan başka Türk meselesi yoktur.”Avrupa, Fransa, özellikle Paris tutkusu ne zaman, nasıl başlamıştır; Fatih-Harbiye romancısı büyük bir açıksözlülükle, benzerine pek rastlanmayan bir tahlille dile getiriyor:“Fransa! Bu kelime, pek genç yaşımdan beri benim içimde, benliğimin etrafını alan ve onun yerine geçmeye çalışarak, onun kadar merkezî, onun kadar sabit ve devamlı olmaya uğraşan, vatan gibi, ana gibi, üstünde bütün sevgilerimizi şahıslandırdığımız varlıklar gibi, nefsimizin yerini kapmaya hazırlanan bir yakınlık cazibesini haiz, birkaç sayılı mefhumdan biriydi.Bu kelimenin sebepsiz ve durup dururken içimde çınladığı zamanlar çok olmuştur: Fransa! Türkçe’den sonra dilini anladığım, Türkçe’den sonra kitabını okuduğum, bütün Garp kültürünü temsil ediyormuş gibi Avrupa’ya ait her kıymetin merkezi sandığım Fransa!”Gerçi tren Fransa topraklarında yol aldıkça, Peyami Safa düşlenenle gerçekliğin her zaman çakışmayacağını ayırt eder. Ama yine de heyecanlıdır... Peyami Safa’nın bir başka tespiti var ki, bizde Paris tutkusunun hemen hep edebiyat aracılığıyla başladığına işaret ediyor:“(...) biz şimdilik Etoile’den, zamanında Ahmet Mithat Efendi’nin tercüme romanlarında ‘Konkordiya’ olarak ismi geçmeye başlayan meydana gitmek için ‘Şanzelize’ caddesinden geçelim. Bana Paris’in bazı taraflarını karış karış öğreten, ilkgençlik rehberim Guy de Maupassant, hâlâ tamamıyla ezberimde olan ‘Yalnızlık’ ismindeki harikulâde nesrine şöyle başlar: (...)”Attilâ İlhan da Paris’ten söz açtı mı, döner dolaşır, ille Zola romanlarına atıfta bulunurdu...Peyami Safa’nın içtenlikle dile getirdiği Paris tutkusu, Büyük Avrupa Anketi’nden yaklaşık on yıl sonra, Sabahattin Eyuboğlu’nun “Paris Mektupları”nda yetkeci bir üslûp edinir. Eyuboğlu koyu bir Paris hayranı kimliğiyle belirmez; tam tersine, eskimişlikler Paris’inde yeniliklerin, yenilikçilerin avına çıkmış bir yetke kişi görünümündedir.“Ben gitmedim ama Paris’e”Bu tutum, bazan, bizde de örnek alınması özlenen çabaları vurgular. Eyuboğlu, Sorbonne’da, “üniversitenin bir avlusunda” Aiskhylos’un Agamenon tragedyasını seyretmiştir, “fakat yepyeni bir sahneye koyuşla”. Devam edelim:“Bütün oyun birkaç renk, birkaç ses ve birkaç hareketin değişik katışmalarına dayanıyordu. İleriki mektuplarımda Paris’te sahneye koyuş yenilikleri üzerinde durmak istiyorum. Bu alanda başta ressamlarımıza düşen çok işler olacak.”Aynı şekilde -o günlerde Fransız edebiyatının çok tartıştığı- Veba üzerinde durulur. Albert Camus’nün romanını Sabahattin Eyuboğlu “tezini bu kadar ustalıkla” gizleyebildiği için beğenir ve romandan uzunca bir parçayı Türkçe’ye çevirip Varlık dergisine göndereceğini belirtir.Müzik konusu da aynı tutumla yorumlanır: “Paris’in şarkıcıları da ünlüdür. Bu ay onlardan ikisini dinledim. Birisinde Ortaçağ’dan kalma bir bodrumda eski dekor ve kostümler içinde yalnız eski halk türküleri söyleniyordu. Size bundan söz açışım, İstanbul’da ya da Ankara’da böyle bir yerin olmasını dilediğimdendir.”Tam o günlerde Cahit Külebi “Paris” şiirini yazmış; son iki dizeyi alıntılıyorum:“Ben gitmedim ama Paris’e / Gidenler gördüler.”

Viewing all articles
Browse latest Browse all 11844

Trending Articles


Mide ağrısı için


Alessandra Torre - Karanlık Yalanlar


Şekilli süslü hazır floodlar


Flatcast Güneş ve Ay Flood Şekilleri


Gone Are the Days (2018) (ENG) (1080p)


Istediginiz bir saatte uyanabilirsiniz


yc82


!!!!!!!!!! Amın !!!!!!!!!


Celp At Nalı (Sahih Tılsım)


SCCM 2012 Client Installation issue