Bu yaşa geldim. Düşünüyorum; elimde hiçbir şey yok. Öldüğüm anda elimde kalacak tek şey ibadetler... Tek kazancım ibadetler. Gerisi boş... Çok güzel yemekler yedik. Hepsi gitti. Gezdik eğlendik. Hepsi geçti. Para biriktirdik, yiyemedik. Şöhretimiz yükseldi. İşe yaramadı. Elimizde bir tek şey kaldı. İman ve ibadet... Gerisi boşmuş...Şair diyor ki,“Neylersin ölüm herkesin başındaUyudun uyanamadın olacak.Kim bilir nerde, nasıl, kaç yaşında?Bir namazlık saltanatın olacak,Taht misali o musalla taşında.”Pek çok insan yaşlanınca ölümü daha sık hatırlar. Bazıları, “Hayat boşa geçti. Keşke kendimle beraber ahirete götüreceğim bir şey bulsaydım.” der. Bediüzzaman hazretlerinin buyurduğu gibi, “Geceye benzeyen gençliğim zamanında gözlerim uyumuş idi, ancak ihtiyarlık sabahıyla uyandım...” Bu keşkeler onu tövbe etmeye götürür. Tövbenin ardından o adam namaza başlar. Böylece dünyasını ve ahiretini cennet etmenin bir yolunu bulmuştur.Cenneti kim istemez? Cennetin yolu meşakkatli... Cehennemin yolu zevkli ve kolay… Öyle bir iman olacak ki, cehennemin yolundaki her türlü zevki ve menfaati terk edecek; seccadeyi serip Allah’a secde edecek. İşte cennete gitmenin bedeli bu. Şeytan vazifesini yaparken, “Bana ne şeytandan!” diyebilmek… Şeytanın boynunu büktürmek…Gençlik yıllarımda Said Nursi’yi yakinen tanıyanlardan veya Risale-i Nurları okuyanlardan dinliyorduk; buyuruyormuş ki: “İslamî hizmete girenler ya dünyaya küsmeli yahut dünya onlara küsmeli.”Yine buyurmuşlar ki: “Ecnebilerin satranç oyunlarıyla meşgul olmayın.”Bunları duyunca odamın pencerelerini kâğıtla kapladım, dünyaya küsmüştüm. Odamdaki kocaman radyoyu hemen bir yakınıma verdim. Haberleri dinlemiyordum. Türkiye, dünya nereye gidiyor, ne yapıyor, bunlarla meşgul olmamaya başladım. Zaten gördüm ki ferdinden devletine ve devletlere kadar hepsi satranç oynuyor, piyon verip kaleyi düşürmeye çalışıyor. Yemeğimi kendim pişiriyordum, çamaşırımı kendim yıkıyordum. Nefsimin isteklerine tâbi olmamak, dünya zevklerinden uzaklaşmak en büyük gayemdi. Tasavvufi kitaplar okuyordum. Hayatımın en güzel günleriydi. “Mademki Allah’ın mülkünden dışarı çıkmak mümkün değil, onun mülkünde onun istediği gibi hareket edeceksin.” diyordum kendime.Sünnet-i senniyye, ibadetler, bunları farz, vacip ve sünnet sırasıyla yapmalıydım. Bunların başında namaz. Kesin olarak inanıyordum ki, kim olursa olsun, namaz kılmayanın manevî muslukları kapanır…1953 yılında Süleymaniye Camii’nde üç kişi namaz kıldık. Biri ben, biri imam, öbürünü tanımıyordum. Kamet almasını bilmediğimizden imam efendi geri çıkıp, kamet aldı, sonra geçip namazı kıldırdı. “Ecdat bu kocaman camileri ne diye yapmış?..” diye düşünürdüm, gün geldi ki, namaz kılmak için bu caminin bahçesinde bile yer bulamadım.O zaman anladım ki, dünya İslamiyet’in vatanıdır…
↧