Çıkış arayan ancak merkezi otoriteden yoksun Avrupa, iki temel probleme yenilikçi çözümler arıyordu: doğuyla dış ticaret açığını finanse etmesini sağlayacak bir çözüm ve Osmanlı İmparatorluğu’nun tekeline aldığı doğu ticaret yolunu kendi eline geçirebilmek.Her ikisine de çözüm buldu ve yeni bir dünya düzeni kurdu Avrupa. Birincisinin çözümü, özellikle Afrika’nın doğusu ve sonradan adı Latin Amerika olacak yeni keşfedilen yerleri sömürgeleştirmek oldu. İkincisini ise yeni coğrafi rotaları geliştirerek çözdü. Eğer iktisat tarihçisi Niall Ferguson’a bakılırsa, Avrupa’nın bu arayışında, “yap” deyince yaptırabilen, “dur” deyince durdurabilen bir merkezi otoritenin olmaması Avrupa’nın en büyük şansı oldu. Oysa, o dönemde dünyanın en büyük ekonomilerinden birisi olan Ming Çin’i coğrafi keşif defterini net bir emirle kapatmıştı. Ming Çin’i, Kristof Kolomb’dan daha önce, Avrupa gemilerine göre dev sayılacak gemilerden oluşan büyük bir filo oluşturmuş ve generalin kumandasındaki bu filo, bazı tarihçilere göre Amerika kıyıları da dahil Avrupa tarafından bilinen ve henüz bilinmeyen tüm dünyayı dolaşmıştı. Çin bu projeyi durdururken anarşik/bölünmüş Avrupa gözüpek ve kılıcından kan damlayan denizcilerin önünü açtı. Bu denizciler kralları ve kutsal İsa adına Afrika’nın önce doğu kıyılarının belirli bölümlerini kolonize ettiler. İlk amaçları kronik cari açıklarını finanse edebilecek altın kaynaklarına ulaşmaktı. Ancak sonrasında daha önemli bir arayışa girdiler; Ümit Burnu’ndan aşarak Hindistan’a bir deniz yolu açmayı ve kontrol altına almayı denediler. Ümit Burnu’nu aşma kısmı hariç bu yol yüzyıllardır biliniyordu esasında. Afrika’nın doğu kıyısı, Kızıl Deniz ve, Aden’den başlayarak Arabistan Yarımadası’nın güney ve doğusu, Hindistan ile batı arasındaki deniz ticareti güzergahının en önemli halkalarındandı. Ümit Burnu’nu geçmek, batı tarihindeki en gaddar insanlar arasında yer alan Vasco de Gama’ya nasip oldu. Gama’nın projesi kabul edilmiş ve Portekiz Kralı tarafından finanse edilmişti. De Gama’nın hedefi, Mısır’daki Müslüman Memluk idaresi ile onlarla yakın ilişkileri olan Katolik Venedikliler’in işbirliğiyle gelir öğreten Baharat Yolu’nu ikame edecek ve Portekiz’in tekel olmasını sağlayacak bir deniz yolu güzergahı geliştirip bunu kontrol etmekti.Yeni Dünya Düzeniİşte böylece, de Gama ve onun gibi “öncüler” yeni bir dünya düzeni kurdular. Osmanlı İmparatorluğu ve Venedik başta olmak üzere eski dünya düzeninin (ticaret yollarının) hakimleri, kaybeden tarafta yer aldılar. Yeni ticaret yolu Portekiz tüccarları ve Portekiz deniz kuvvetlerinin eline geçti. Tabii olarak, Portekiz bu yeni yolu tamamen kendi kontrolü altında tutmayı istedi. Ticaret eski güzergahtan yenisine kaymalı ve yeni güzergah da Portekiz tarafından kontrole edilmeliydi. Nitekim öyle de oldu. Ancak sadece bir süre için. Bu köşede daha önce de yazıldığı üzere, Portekiz yeni bir dünya düzenine önayak olsa da bunu sürdürecek altyapıya sahip değildi. Önce İspanyollar sonra Flemenkler kontrolü ellerine aldılar. İngilizler diğerlerini eleyerek kontrolü eline aldı ve doğu batı ticaret yollarını eline geçirdi. Aynı arayış, yukarıda bahsedildiği gibi, İspanyol ve Portekizlileri bugün Amerika diye bilinen kıtaya da götürdü. Hindistan’ı ararken yanlışlıkla keşfedilen topraklar Anglosakson literatürüne “Batı Hindistan” (West Indies) diye girecekti. Buraların yağmalanmasıyla hem nisbeten ilkel yerlilerle birlikte Aztek medeniyetinin ortadan kalkmasına kadar giden yıkımlar yaşandı. Jared Diamond’ın meşhur kitabının başlığında yer alan “mikroplar” da tüfekler kadar işe yaradı bu yıkımda. Neticede, Avrupa’ya akan altın ve gümüş “16. yüzyıl enflasyonunu” doğurdu Avrupa’da.19. yüzyılın yeni dünya düzeni: “Tüfek icad oldu mertlik bozuldu”Ancak 16. yüzyılda kurulan yeni dünya düzeni, daha üç yüzyıl sonra bir başka varyete daha görecekti: sanayi devrimi. 16. yüzyılda kurulan yeni düzen, eski düzendeki taşların yer değiştirmesinden oluşuyordu: ticaret yolları. 19. yüzyıldaki devrim ise çok daha yaygın ve etkin bir etkiye sahip olacaktı: sanayi devrimi. 19. yüzyıla kadar üretim dünyanın her ülkesinde aşağı yukarı benzer şartlarda, küçük çaplı zanaatkârlar tarafından yapılıyordu. “Know how” vardı ve önemliydi ancak yine de bir ülke ekonomisi tarafından üretilebilen çıktının (üretim, hasıla) ana belirleyicisi kol gücüydü. Verimlilik artışları imkanı kısıtlıydı. İngiltere’de başladığı bilinen sanayi devrimi bu “düzeni” tamamen değiştirdi. Eski düzende kol gücü (insan sayısı) aynı olan iki ülkenin hemen hemen birbiriyle aynı çıktıyı üreteceği düşünülebilirdi. En azından arada büyük üretim farklılıkları beklenmezdi. Sanayi devriminden sonra, kol gücüyle ekonomik çıktı arasındaki ilişki koptu. Sanayileşen ülke ile sanayileşmeyen arasındaki çıktı farkı giderek açıldı. Bu yeni bir dünya (ekonomik) düzeni manasına geliyordu. Bunun ardından gelen bilgi ekonomisi temel olarak kol kuvveti ile çıktının arasındaki ilişkiyi tamamen kopardı. Tabii kaynaklara dayanmayan, kişi başına gelirlerde ortaya çıkan, büyük farklar bu yeni dönemin ayırt edici özelliği oldu. Sanayi devriminden sonra gelen bilgi devrimi devrimi yaşayanlarla yaşamayanlar arasındaki farkı daha da büyüttü. Bazı ülkeler, ki onlara “geç kalkınan ülkeler” adı verildi, sonradan uyguladıkları politikalarla sanayi (ve sonrasında bilgi) devrimini yakalamayı başardılar. Bunların arasında en önemlileri, Almanya, Japonya, İtalya gibi ülkeler idi. Sanayi devrimini 1750’lerde başladı sayarsak, bu ikinci nesil sanayileşme 100 yıl kadar sonra gerçekleşti. Ancak bunlardan sonra yeni bir nesil sanayileşme yaşandı. İktisatçılar, sanayileşmeyi 1950’lerde yaşayan Güney Kore ve Tayvan gibi bu ülkelere, geç-geç kalkınan ülkeler adını verdi. Şimdilerde Çin dördüncü nesil sanayileşmeyi temsil ediyor. Şu anda, 16. ve 19. yüzyılda yaşanıp üst üste gelen bu iki dünya düzeninin bileşkesi olan bir dünyada yaşıyoruz.
↧