AK Parti'ye kimliğini ve kişiliğini veren isimlerin Saray'a karşı başlattığı isyan büyüyerek devam ediyor.
Cumhuriyet'in dünkü manşeti herkesin bildiği gerçeği ilan ediyor; kulis haberlerini doğrular biçimde Başbakan Davutoğlu ile Saray arasındaki iplerin koptuğunu haber veriyor. Saray ile Hükümet ve Parti arasında, ağır topların yoğun bombardıman ile devreye girdiği iktidar için verilen kavga artık açıktan yürütülüyor. Geniş iktidar cephesinin “bu bizim iç sorunumuz” diye geçiştiremeyeceği kadar önemli bir sorun bu; çünkü ülkenin kaderi biraz da bu kavganın sonuna bağlı. Sonunu öngörmek için kişilerden ve duygusal tepkilerden uzak durmak lâzım. Türkiye, önüne çıkan fırsatları kendi otokrasisini kurmak için kullanan bir lider ile eski yoldaşları arasındaki kavgaya sıkışmayacak kadar büyük bir ülke. Bir rüzgâr gelir, temelleri çok sağlam duran ve ihtişamlı görünen nice saraylar yerle bir olur. Muhalefet sorunu her zaman vardı; ama bu ülkenin iktidarsız kaldığı hiçbir vakit görülmemiştir.
Hüseyin Çelik'in dün Ahmet Hakan'a söyledikleri arasında en çarpıcı olanlardan biri, 1 Kasım seçimlerine dair yorumuydu. Çelik 1 Kasım'da vatandaşın bir kısmının AK Parti'ye “kahrede kahrede” oy verdiğini söylüyor. İnsanlar MHP ile HDP arasına sıkışıyor, CHP göz doldurmuyor, borcu harcı olanlar da istemeye istemeye iktidarın devamını istiyor. Çelik, “7 Haziran'ı unutmayalım” diye de kulakları çekiyor.
Toplumu bir iktidara istemeye istemeye mahkûm eden mecburiyetler, otokrasinin de besin kaynağını oluşturuyor. Hiçbir toplum dikta rejimine güle oynaya gitmez; endişeleri yüzünden sadece teslim olur. CHP'nin, MHP'nin, HDP'nin gideremediği, tersine çoğalttığı bu endişeleri peşinen karşılayarak dikta arayışına engel olma kapasitesine sahip oldukları için Bülent Arınç'ın, Hüseyin Çelik'in söyledikleri çok önemli. Saray'ın sağladığı istikrar ve güven, bastırdığı korkular sadece Erdoğan'ın tekelinde değil ki. Ülkeyi tek bir kişinin aklına ve vizyonuna teslim etmek yerine, o tek kişiyi de aralarından çıkartan ekibi nasıl göz ardı edebilirsiniz?
Kişiler bugün varlar, yarın yoklar. Tek kişinin yönetimi hem çok riskli hem de akılsızca. Çözüm Süreci tek bir kişinin emirleriyle yürütülmeseydi, bu kadar hata hem de üst üste yapılır mıydı? Bülent Arınç Dolmabahçe Mutabakatı ile, sistematik hale gelen bu hataları gündeme getiriyor. PKK, Nevruz'la birlikte Güneydoğu'da genel bir kalkışmayı bağıra bağıra ilan ediyorsa, Başbakan engellemek için koşturup duruyorsa, ülkenin Cumhurbaşkanı sanki sözü ve nüfûzu geçmiyormuş gibi bu çabaları uzaktan değersiz ve beyhude ilan ediyorsa terör sorununu çözümsüz hale getiren esaslı bir iktidar sorununuz var demektir. Bu sorunu çözmeden hiçbir sorunu çözemezsiniz. Ekonomi, iplerin tek kişinin eline geçtiği bir komuta-kontrol manzarası gösteriyor. Sermaye güvencesinin olmadığı, devletin ekonomik alandaki iktidar araçlarının kırbaç gibi özel sektörün sırtında şakladığı bir düzende üretimi, istihdamı, verimliliği nasıl artırabilirsiniz?
Hüseyin Çelik, AK Parti'nin ilk 50 isminin yüzde 98'inin bugün iktidar mekanizmasının dışında olduğunu söyleyerek, tek adam yönetiminin keskin kontürleri olan bir fotoğrafını veriyor. Erdoğan'a ne kadar güvenirseniz güvenin ülke için bu fotoğraf hiç iyi değil. Lider siyasetin doğasına uygun olarak eline geçen fırsatları kendisine yontabilir. Bugünün kutuplaşmış-kavgalı Türkiye manzarası, özellikle kriz fırsatlarından çıkartılmış bu güç ve iktidar hesaplarının eseri değil mi? Yüzde 50'nin desteğini, yüzde 50'nin düşmanlığına borçlu iseniz, vay o memleketin haline.
Kapıkullarını boşverin; onlar kim gelirse “padişahım çok yaşa” diyecektir. Bülent Arınç ve Hüseyin Çelik gibi ehl-i hâl ü akd'in başkaldırısı bir iktidarın değil, ama bir tek adamlık hevesinin sonunu getirebilir.