Bilge mimar merhum Turgut Cansever "Vücuda getirdiğimiz biçimler, inancımızın mimarî;deki tezahürleridir." der ve devam eder, “Kuleler, insanlığın içine düştüğü gurur, zenginlik gibi yanılgıların ürünü”dür.
Kur'an-ı Kerim'de “kule,” insanoğlunun fiziki kıstaslarla metafiziği ölçme saplantısının somut bir göstergesidir. Firavun vezirine şöyle seslenir: “Sen, ey Hâmân, benim için tuğla ocağını tutuştur, balçığı pişir ve tuğlalardan bana öyle bir kule yap ki, gökleri tarayayım da, bakarsın Musa'nın İlâhı'nı görürüm!” (Kassas Sûresi, 38)
Tablodaki Babil Kulesi ressam Pieter Bruegel tarafından çizilmiştir.
Kulelerin en meşhuru Babil Kulesi. Akadcada Tanrı Kapısı anlamındaki Babil Kulesi'ni çeşitli kavimler bir araya gelerek Mezopotamya'da inşa ederler. Kulenin kat kat yükseltilmesinin taşıdığı anlam gülünçtür: Tanrıyı gökyüzünde bulmak!.. Bir çeşit meydan okuma. İnsanlığın güç gösterisi. Faniliğin inkârı. Mitolojide Prometheus'un temsil ettiği “Yaratıcı ile kavga eden, rekabet eden, onun yerine geçmek isteyen” insan taşkınlığının ifadesi.
Yani kuleler kendilerinden çok, başka şeylerin işaretçisidir. Bize bakan şekliyle onlar, sadece âlem-i İslam'ın üzerine bir karabasan gibi çöken inşaat kâbusunu değil, Müslüman milletlerin düşünce ve inanç sistemlerindeki çarpıklığı da cisme büründürür. İnsan-Yaratıcı-varlık ilişkisini bozar. Anlam dünyasının merkezini değiştirir. Dikey bir parçalanmaya yol açar.
Mesela yedi katlı olduğunu 1875 yılında bulunan bir Sümer tabletinden öğrendiğimiz Babil Kulesi'nin bugünkü inşaatını düşünün. Muhtemelen birinci katı otoparklar ve AVM'ler, ikinci katı villa ve saraylar, üçüncü katı haysiyetlerin satıldığı köle pazarları, dördüncü katı yalancı medya ofisleri, beşinci katı güç ve iktidar çarşıları, altıncı katı savaş ve şiddet büroları, yedinci katı da din tacirleri tapınaklarından müteşekkil olacaktır.
Katların yerleri ve isimleri değişebilir, ama hakikat değişmez.
Dahası var. Yedinin Cehennem'in kapılarının sayısı olduğunu hatırlayın. Tasavvufi bir yaklaşımla Babil, “ego/benlik kuleleri” olarak çıkar karşınıza. O zaman birinci kat tamah ve açgözlülük, ikinci kat gasp ve tecavüz, üçüncü kat kin ve öfke, dördüncü kat iftira ve yalan, beşinci kat fitne ve fesat, altıncı kat hırs ve haset, yedinci kat gurur ve kibir olur. Yine katların isimlerini ve yerlerini değiştirebilirsiniz. Ama kuleyi görmek zorundasınız.
Bruegel'in Babil Kulesi
Kuleyi bütün dehşetiyle tasvir eden ressamdır Bruegel. Zira yaşadığı dönemin muktedirleri Babil Kulesi'ne yıkılmak üzere yeni katlar eklemektedir. Tüm Avrupa'da olduğu gibi Hollanda'da da sosyal travmalara yol açan ekonomik dönüşümler, çatışmalar, savaşlar, veba salgınları ve açlık vardır. Mezhep kavgaları, masumları kilise ve devletin “cadı avlarına” maruz bırakmıştır. Türedi zenginlerle birlikte fakirlik de artmaktadır. Hazreti Bediüzzaman'ın tanımı ile “zalim izzetinde, mazlum zilletinde bu dünyadan göçüp gitmektedir.”
Bruegel, pek çok çağdaşı gibi bu dönem resimlerinde (1562 yılından başlayarak) günaha odaklanır. Ahlaka (ahlaksızlığa), kötülüğe, insanoğlunun korkularına, kasvetine eğilir. Tanrı'nın cehennemi yeryüzüne indirdiğine inanır ve adeta bu cehennemi resmetmeye çabalar. “Babil Kulesi” bunun için biçilmiş bir kaftandır.
Bruegel, dünyevi ile uhrevi arasındaki çizgileri flulaştırmış. Bir kısmı bulutların üstünde resmedilmesine rağmen, kule yoğun bir kentleşmenin yaşandığı toprakların üzerinde duruyor. Üstelik yatık vaziyette. Sanki çökmekte olduğu izlenimini veriyor. Ama bir yandan işçilerin karınca misali çalıştıkları da görülüyor. Eşzamanlı olarak daha gerilerde ve yukarılarda yeni bir kule de inşa edilmekte…
Yani “Babil Kulesi” tablosuna bir düalite hâkim. Geçmişe bakıp geleceği tasvir ediyor Bruegel. Belki de yaşadığımız günü! Bugünün muktedirlerini!.. Her an her şey durmadan değişiyor. Ayrışıyor, çözülüyor, bozuluyor, dağılıyor, toplanıyor…
Yas evinde düğün tertip ediliyor. Yol yapılıyor, ocak yıkılıyor. Bir medeniyet tasavvuru olmadan tarihten güç devşiriliyor. Ahlakına tâbi olunmayan bir dinin bayraktarlığından söz ediliyor… Bir helakin eşiğinde küçüklü büyüklü yeni Babil kuleleri inşa ediliyor.
Muhavere-i Tebabüliye
Babil halkının acıklı akıbetini bilmeyen yoktur. Kulenin inşaatında sayıları belirsiz köleler çalışmaktadır. Son kata gelindiğinde, Allah herkesin dilini başkalaştırır. İnsanlar yalnızca kendisinin bildiği bir dille konuşmaya başlar. Böylece hiç kimse bir diğerini anlayamaz hale gelir. Tabii ortalık birden karışır. Eski Ahit'te Babil kelimesi İbranice “kargaşa, anarşi” manalarında kullanılır. Artık Babil, herkesin durmadan konuştuğu ama hiç kimsenin kimseyi anlamadığı bir insan kalabalığıdır. Kendi inşa ettikleri bir kulenin altında kalıp un ufak olurlar.
O günden sonra sürekli konuştukları halde birbirlerini anlamayan insanların sohbetine “muhavere-i tebabüliye” denmiş; Babillilerin konuşması. Bu deyim dilimizde halen mevcut olduğu gibi sosyal yaşantımızda da cârî;. Hırs ve hasetlerinin, öfke ve nefretlerinin dilini konuşan muktedirlerin ne dediğini anlamıyoruz. İktidar bekçiliği yapan ve menfaatlerinin diliyle konuşan fanatik orta sınıf da kendi eşinin dostunun kurduğu mağduriyet cümlelerini anlamıyor. Aynı dili konuşuyormuş gibi görünüyor, ama kelimelere farklı anlamlar yüklüyoruz. Yaşadığımız asıl kargaşa bu. Babil Kulesi yıkılıyor.
“Dostoyevski'nin Ecinniler'inde, Şatov sohbetlerinin başında Stavrogin'e şöyle der: Biz, iki varlık, sonsuzlukta bir araya geldik… Dünyada son kez. Şu tonunuzu elden bırakıp insan gibi konuşun! Bir kere olsun, insan sesiyle konuşun!”
Sanırım toplumun bunca ayrıştırıldığı bir zamanda en çok ihtiyacımız olan şey “insan sesiyle konuşmak”. Yoksa mümkün değil bu felaketin içerisinden sağ çıkamayız.