Kayyımlık, yargı eliyle hayata geçirilen hukuk dışı bir gasp rejimine dönüştü.
Medya ve holdinglere el koymalar, eğitim kurumlarını ele geçirmeye kadar ulaştı. Darbe süreçlerinden daha ağır bir şekilde temel hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği bu süreçte, Ceza Muhakemesi Kanunu'nun (CMK) 133'üncü maddesi defalarca hukuksuz bir şekilde uygulanarak adeta gasp rejimine kılıf yapılıyor. Son olarak Anadolu 1. Sulh Ceza Hakimi Bayram Aydoğdu, “silahlı örgüt veya örgütlere silah sağlama suçları kapsamında kalabileceği kanaati” ile Türkiye'nin başarılı eğitim kurumlarının bağlı olduğu şirketlere ‘kayyım' atadı. Hukuk mantığının ve vicdanın bitiş noktası! Savcılık ve sulh ceza hakimliği, okullar ve şirketlerde hangi silahları buldu ve bu silahlar hangi örgüte, nasıl sağlandı? Kitap basmak, kalem satmak, umreye ve hacca insan götürmek mi silah? ‘Silah sağlama'dan bahsediliyor, hani silah nerede? Suç ne? Kararda bu iddiaya dair hiçbir bilgi ve somut ya da soyut delil yok. Sadece hakimin ‘kanaati' var. Bu soruların cevabını vermeden yazılmış bir kayyım kararı hukuken ve kanunen geçerli değil. Yapılan hem Anayasa'ya, hem de evrensel hukuka göre gasp suçunu oluşturuyor.
Sulh ceza hakimi, kayyım kararında CMK 133'e göre, yeni yönetim kurulu oluşturmak amacıyla kayyım atıyor. CMK 133'te istenen ‘isnat edilen suç ile ilgili kuvvetli şüphe' gerekçesi yok. Ayrıca ihaleye fesat karıştırma davası sanığının, üzerinde yolsuzluk şaibesi olan kişileri kayyım ataması yine kanuna aykırı. Bu şekilde, Anayasa'nın ‘temel hak ve özgürlüklerin sınırlanması (md 13), ‘Mülkiyet hakkı (md 35)' ve ‘Çalışma ve sözleşme hürriyeti' başlıklı maddelerine aykırılık söz konusu.
Sulh ceza hakimleri, kayyım atayamaz
Kayyım atama süreci baştan sona hukuksuz. Çünkü CMK 133/1'e göre “suçun bir şirketin faaliyeti çerçevesinde işlenmekte olduğu hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı” gerekçesiyle maddî; gerçeğin ortaya çıkarılabilmesi için soruşturma ya da yargılama aşamasında hakim veya mahkeme tarafından kayyım atanabileceğini belirtiliyor. Ancak CMK'da kayyımın sulh ceza hakimince atanacağına dair hiçbir düzenleme yok. Dolayısıyla Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğretim üyesi Prof. Dr. Caner Yenidünya, ‘kayyımlığın işleyişinin' Türk Medeni Kanunu'ndaki (TMK) düzenlemelere bırakıldığını söylüyor. Çünkü TMK 403/3'de aksi bir düzenleme yapılmamışsa genel hüküm olarak Medeni Kanun'daki vasi düzenlemesinin kayyım için de uygulanacağı yazıyor. Medeni Kanun'a göre de ‘kayyım' ataması gereken birim “sulh hukuk mahkemesi” ve atadığı kayyımı denetleyecek makam da kendisi. CMK'da ‘kayyım' ile ilgili bir düzenleme olmadığı için atanan kayyımı denetleyecek bir makam da yok. Sulh ceza hakimi, savcının kayyım talebi için dosyayı sulh hukuk mahkemesine göndermeyip doğrudan kayyım atayarak vesayet ve denetimden yoksun, yaptığı işlere karışılamaz, yasalarda hiç yeri bulunmayan bir ‘kayyım' tipi ortaya çıkarıyor. Bu şekilde önemli holdinglere, okullara, medya şirketlerine atanan kayyımların denetimsiz olarak başına buyruk bir hale gelmesi, hesap sorulamaz profile sahip olması, suça teşvik edilmesi gibi bir tehlike doğuruyor ki bugün yaşanan tam da bu.
Kuvvetli şüphe değil ‘kanaat' ile gasp
CMK 133, ‘katalog bir suç' kapsamında ‘kuvvetli şüphe' gerekçesi ile kayyım ataması yapılacağını düzenliyor. Savcılık talebinde, sözde ‘örgüt aleyhine deliller toplandıkça şirketlere ve şirket yöneticilerine yönelik yeni operasyonlar yapılabileceği düşünülerek…” ifadesi kullanılıyor. Böylece bir proje kapsamında çalışıldığı itiraf ediliyor. Bir ihtimal üzerine yapılan talebi gündemine alan sulh ceza hakimi de şirketler ve okullar için “CMK 133/4 maddesinde belirtilen katalog suçlardan olan suçtan kaynaklanan mal varlığı değerlerini aklama, silahlı örgüt veya örgütlere silah sağlama suçları kapsamında kalabileceği kanaati hakimliğimizde oluşmuştur.” diyor. Bu kanaat nasıl ve hangi somut delille oluştu? Şirketlerde ve eğitim kurumlarında 2 yıl yapılan araştırmada el bombası mı, Kalaşnikof mu bulunmuş? Hangi silahlı suç işlenmiş? Bu karara imza atmak hukukla, hakimlik sıfatıyla bağdaşır mı? Kaldı ki ‘silahlı terör örgütü' gerekçesi sunulan suç eylemleri de kararda şöyle sayılıyor: “Dua listesi paylaşma, şirket içinde ‘Hocaefendi' ve ‘Hizmet' kelimelerini sık sık kullanma, FEM Dershanesi öğrencilerinin işe yerleştirilmelerine dair bir e-mail, NT'de cemaat muhalifi yazarların kitaplarının satılmaması, eğitim faaliyetlerine dair bağışlar yapma...” Bu eylemler ve gösterilen delillerin hangisi silah? Hangisi kanun dışı eylem? Kayyım atama gerekçesinde, himmet, sadaka, kurban yardım faaliyetleri gibi eylemlerin tespit edildiği yazıyor. Bu eylemlerin neresinde silah var? Suçtan kaynaklanan mal varlığı değeri suçlaması var. Öğrenci yetiştirmek, kitap basmak mı suç? Dolayısıyla ortada suç yok ki suçtan kazanılmış mal varlığı değeri olsun. Bu nedenle suçtan kazanılmış mal varlığı aklama iddiası da boş. Görünen o ki sulh ceza kararı kocaman bir yalan ve iftiralar manzumesi. Ve bu iftira suçla insanların ekmeğiyle, eğitimiyle geleceği ile oynanıyor. Geri dönülmez, telafisi imkânsız hak gaspları yapılıyor.