Quantcast
Channel: ZAMAN-YAZARLAR
Viewing all 11844 articles
Browse latest View live

Yaşar Hacısalihoğlu - FETÖ ve Kriptolaşma Yeteneği

$
0
0

Darbeci teröristlerin kalleşçe kurdukları tuzak, ülkeyi kaosa sürükleyerek yönetilmez hale getirmekti.

Aslında onlar maşa, onlar piyon ve tepelerindeki düğmelere basılarak, yürekleri kirletilmiş, zihinleri ele geçirilmiş bir güruh olarak davrandılar. Halka kolayca ateş açabildiler, tanklarla halkı kolayca ezebildiler, Ankara Emniyet Müdürlüğünü, Özel Harekat Dairesi Karargahını düşman gördükleri bir ülkenin kurumları gibi bombaladılar, tuzaklar kurdular Emniyet Genel Müdürlüğü Terör Dairesi Başkanı Turgut Aslan'a Jandarma Genel Komutanlığında güvenlik toplantısı var diyerek tuzağa düşürüp kahpece kurşun sıktılar, terör örgütlerinin başaramadığını yapmak istediler.

İstiklal harbinde işgal kuvvetlerinin yapamadığına cüret ettiler, Gazi Meclisi bombaladılar. Darbeci teröristler teslim olduklarında tıpkı işgalci gibiydiler. Üzerlerindeki Türk Silahlı Kuvvetlerine(TSK) ait üniformalara ve sahip oldukları makamların ağırlığına bakarak kimse aldanmamalıdır. Çünkü çalıntı sorularla edinilmiş makamlar ve üniformalarda çalıntıdır.

Bu bir silahlı terör örgütü faaliyetidir. Kendi içinde hiyerarşisi olan, iradesini fetullah gülen'den alan ve onunda bağlı olduğu küresel çıkar baronlarına hizmet eden bir örgütlenmedir. FETÖ terör örgütünün paralel devlet yapılanması olarak tanımlanan bu yapılanmanın en önemli özelliği özellikle TSK gibi kurumlarda daha fazla titizlik gösterilen kriptolaşma yeteneğidir. Bu yeteneğin ve buna bağlı olarak geliştirilen yöntemlerin sonucunda bu örgütün üyeleri, öyle zamanlar olur ki fetullah gülen karşıtı olarak bile görünebilir. Çok yüzlü, çok kimlikli ve son derece değişken pozisyon ve yaklaşım sergileyebilme karakterinde bir yapılanma olduğu bilinerek, kriptolaşma becerilerinin deşifre edilmesi, kimilerinin bugüne değin nasıl başka siyasi anlayışlar ve kimlikler altında bu örgütün içinde yer aldığı mutlaka ortaya çıkartılmalıdır. Yüzeysel araştırmalarla bu örgütün üyelerini tespit etmek mümkün değildir

FETÖ'nün bir başka özelliği; hem network sisteminin olduğu hem de kimi kurumlar ve dönemler içinde hücresel kümelenme niteliğine de sahip olduğudur. Esasen örgütün uluslararası bağının olması networkünün olmasını da zorunlu kılmaktadır. Zira bu networkün içinden başka ülkelerinin istihbarat networkünün geçmesi için bu şarttır. Ayrıca gizli devlet yapılanması hedeflendiği için devlet kurumları arasında irtibatlı olma zorunluluğu bu networkün varlığını zorunlu kılar. Ancak TSK içinde ki yapılamanın ayrıca bir networkü olduğu ve gizlilik filtrasyonunun çok güçlü tutulduğu, bazı kişilerin eşlerinden bile mahrem tutulan ve esasen fetullahla ilişkilendiremeyecek nitelikte siyasi anlayışlar içinde kimliklendiği bir sistemin varlığına işaret etmeliyiz.

Bu örgütün bir başka özelliği, kadrolarını halkalar şeklinde konumlandırmış olmasıdır. Çeşitli sebeplerle kadrolar deşifre oldukça ikinci halka kadroların yerine geçmesine çalışılmasıdır. Bu örgütle mücadele de bugüne kadar izlenen yöntemin düşük yoğunluklu olması, bu halkaların devreye sokulmasını engelleyememiştir. Bunun için bu terör örgütüne karşı topyekun mücadele şarttır.

TSK, Emniyet Teşkilatı, Adalet Bakanlığı ve diğer tüm Bakanlıkların merkez ve taşra teşkilatları, yerel yönetimler, tüm siyasi partilerin merkez, il ve ilçe teşkilatları, tüm işçi ve memur sendikalarının tüm birimleri, Üniversitelerin akademik ve idari tüm personelleri, YÖK bünyesindeki tüm kurullar ve idari birimler, Diyanet İşleri Başkanlığının tüm merkez ve taşra teşkilatları adeta virüs taraması gibi elden geçmeli, sahici, samimi, doğru ve kararlı bir temizlik faaliyeti gerçekleştirilmelidir.

Bu ihanet şebekesi örgütün bir başka yöntemi; çok yüzlü ve kripto yöntemlerle ülkenin tüm farklılıklarını ayrışmalara, kutuplaşmalara ve buradan çatışmalara dönüşmesine katkı sağlamaktır. Fitne- fesat özelliğiyle, sahteliklerle hazırlanan komplolar, kumpaslarla kendine etkinlik alanı açmak, en önemli çalışma tekniğidir.

Son yıllarda Türkiye'de ülkeyi istikrarsızlaştırmak için her yolu deneyen ve denemek isteyenlerin maşalığını da üstelenen bu ihanet şebekesi; Gezi kalkışması, 17/25 Aralık Hükümeti devirme çabası ve son olarak 15 Temmuz terör yoluyla kaos, oradan da darbe planının hayata geçmesi cabalarında hep karşıtlıkları beslemeye çalıştı.

“Erdoğan karşıtlığını” uluslararası bir proje olarak destekleyip, ülkemizdeki taşeronu olmaya soyundu. 15 Temmuz darbe girişimde de bu zeminden yararlanmaya çalıştı. Cumhurbaşkanı Erdoğan kiniyle zihni ve yüreği kararmışlardan destek aldı. 15 Temmuz darbe girişiminde öncelikle Cumhurbaşkanı Erdoğan'ı öldürmeyi amaçladılar. Halk sokağa döküldüğünde iç savaşın yaşanmasını ve böylece yeni bir Suriye üretebilmeyi arzuladılar

Son olarak görülmesi gerekir ki; 15 Temmuz darbe girişimini sadece klasik darbe analizleriyle açıklamaya çalışıp bu ihanet şebekesinin içeriğine girmemek ve “her türlü darbeye karşıyım diyerek” bu hain örgütün adını anmamak bu örgütün yeni maskesidir.


Mustafa Yazgan - Bir millet destan yazıyor

$
0
0

15 Temmuz … Vakit gece…22.00'yı 5 geçe …

FETÖ'nün o kanlı eli,

Yılan'ın zehirli dili

Can Türkiye'me uzandı

“Devleti yıkarım'' sandı.

Pitbul cinsi vahşi kelp'ler,

Tankla şehre yürüdüler.

Millet, meydanlara koştu

Türkiye'm ezanla coştu.

Elde sancak dilde tekbir,

Millet Şehid oldu , bir bir...

Tanklar, halkımı ezdiler,

Resmi yerlerde gezdiler.

Yollar, caddeler köprüler,

Bombalandı birer birer

Helikopter, ölüm kustu,

Kelp'lerde merhamet sustu.

TAnklar önüne yattılar

Can'ı vatana sattılar

Yılmadılar, direndiler...

Kelp'ler korktular, sindiler

İStanbul'da, Ankara'da,

Şehir şehir tüm vatanda,

“FETÖ''cüler yakalandı

“Milli İrade'' kazandı

1789..

Destanı görüp,utandı

Bu,bir “Milli Şahlanış''tır

Bugüne dek görülmedi

KAn döküldü can verildi.

Ama vatan verilmedi...

Meydanlarda albayraklar

DAlgalandıi deniz gibi...

Her can oldu, bir bayraktar

Tarih burcuna dikildi...

Ülkemde “Fetih Nesli''ne

“FatiH'' dirildi, sanki,

Mehteran nöbet vurdu

Yumruk gibi birleşen halk,

Meydanlarda doldu taştı.

Bu isyanı kışkırtanlar

Salaklaştı aptallaştı.

Bizi bölmek isteyenler,

Bu destanı görüp,şaştı.

Aziz millet sen çok yaşa,

Yazdırdın sen dağa taşa...

Yiğit kardeş ber-hudar ol

Kutlu direnişin ile...

Bu “mel'un saldırı'' durdu

Tek beden tek yürek olduk

Kalb'ler “Allah'' diye vurdu

Senin bu kutlu zaferin

“İblis''i kalbinden vurdu

Çöktü “Şeytan'ın sultası''

Bu son ümidi de bitti...

Hüngür hüngür ağlıyorduk,

FETO'nun yanına gitti.

Yalnız değilsin Türkiyem!

Allah, her em bizimlerdir.

Fırsat vermez, kafirlere

Nusret lutfeder bizlere

FETO'nun tedbiri şaşar,

O geberir, millet yaşar.

Ey! Benim şanlı şehidim!

Öptüm, gül kokan alnından

Buket buket “Fatiha''lar

Bir destan yazdın kanından.

Buruk kalbimle sana

Minnet ve şükran sunarım.

Dünya durdukça bil ki,

Seni hasretle anarım.

Selam söyle meleklere,

Selam ilet Resullah'a

Ne mutlu sana yiğidim,

İşte! Kavuştun Allah'a...

Bercan Tutar - ABD ve Fettuşilere karşı "kısasa kısas"

$
0
0

“Hürmetler (dokunulmazlıklar/yasaklar) karşılıklıdır. Kim size saldırırsa siz de tıpkı onun saldırdığı gibi ona saldırın.” (Bakara/194)

“Eğer ceza verecekseniz size yapılanın misliyle ceza verin!” (Nahl 126)

“Ey iman edenler! Öldürülenler hakkında size kısas yazıldı (farz kılındı). Ey akıl sahipleri! Kısasta sizin için hayat vardır. Umulur ki, prensiplere uyar da kendinizi (kötülüklerden) korursunuz.” (Bakara, 178-179)

Ayet-i Kerimelerde buyurulduğu üzere ülkemize kastedenlere, masum halkı tank paletleriyle ezip seçilmiş Cumhurbaşkanımız ile seçilmiş hükümeti devirerek ülke idaresine Haçlılar adına el koymaya çalışan hainlere zerre miskal merhamet edilmemelidir.

Olağanüstü bir dönemdeyiz, bu yüzden savaş hukuku devrede olmalı.

Fettuşiler adına “itidale” çağıran iç ve dış odaklara itibar etmemek lazım.

Eğer darbeciler başarsaydı binlerce insanı acımadan kurşuna dizecek, kendilerinden olmayanları yargısız infaz edeceklerdi.

Bütün darbelerde yaşadığımız bu gerçeği 15 Temmuz gecesi katil fettuşi robotlar bize bir kez daha gösterdi.

Çengelköy'deki katliam emrini veren psikopat komutanın cinayetleri ve ele geçen ses kaydındaki konuşmaları bu hakikati hiç bir şüpheye yer bırakmadan bir kez daha ortaya koyuyor.

***

İşte size gözaltına aldığı sivillere nutuk atan beyni yıkanmış komutanın ses kaydından bazı cümleler.

“Kavşaktaki it sürüsü dağıtıldı mı? / Hiç acımasınlar. / Beylerbeyi yoluna helikopteri yönlendirin direnenlere direk ateş etsin. / Memleket için Fetih Süresi okuyun. / Sigarayı söndür paramparça ettirme kendini. / Hırsızlığını gördünüz ama çalışıyor dediniz. / Belayı kendiniz istediniz. / TSK, ülke yönetimine el koymuştur. / O telefonu kapat seni şurada milletin içinde paramparça etmeyim! / Bunu bağlayın, eşek gibi kokuyor bu! / Trakya'dan tanklar, birlikler geliyor.”

Yarım saatlik kayıttan seçilen bu cümleler fettuşi teröristlerin bize reva göreceği idare tarzından bir kare sadece. Gerisini tahmin etmek zor değil.

***

Yakayı ele veren bu psikopat şimdi sorguda, hesap veriyor. Fakat başarısız olan bu itlerin sahipleri kudurmuş durumda.Batılı basına ve yöneticilerin açıklamalarına bakmak yeterli.

“Bidon kafalı” faşistler bir yandan darbecileri durduran halka “Bunlar koyun. Erdoğan ne derse onu yapıyor.” diyerek hakaret yağdırıyor. Bir yandan da katil itleri için hak ve hukuktan bahsediyorlar.

Başta ABD yönetimi olmak üzere Batı dünyası, darbecilerin idam edilmemesi için her tür beşinci kol faaliyetine başladı.

Erdoğan'ın idam cezasına yönelik “Meclisten böyle bir yasa çıkar, idam önüme gelirse onaylarım.” açıklaması bu “üst akıl” sahiplerinin kimyasını hepten bozdu.

Türk yetkililerin, darbenin arkasında “Amerika ve onun çocukları var.” açıklama ve imalarından çılgına dönen ABD Başkanı Barack Obama, utanmadan bir de Türkiye'ye “darbecileri hukuka uygun şekilde yargıla” çağrısı yaptı.

Ardından “darbeciler iyi organize olamadılar, bu işi beceremediler” diye hayıflanan Dışişleri Bakanı John Kerry de fettuşilere “hukuki prosedürü” uygulamamızı istedi.

***

Nasıl bir hastalıklı ruhtur bu!

Dünyanın en hukuksuz, en arsız, en namussuz suçuna yelteneceksiniz ama yakayı ele verince de “hak- hukuktan” bahsedeceksiniz.

Bir de yüzü kızarmadan bizi şöyle tehdit ediyor Amerikalı Kerry “Darbeyi bizim yaptığımızı ima ederseniz ilişkilerimiz bozulur. Ona göre!”

Böyle cingöz arsızlara bizim halk, “senin anan güzel mi “diye sorar.

Gerçekten de “yavuz hırsız” ABD'ye bakar mısınız?

Hesap vermesi gerekirken hesap sormaya kalkıyor, tehdit ediyor.

Hem Cumhurbaşkanımız Erdoğan'ı öldürmeye kalkışacaklar.

Seçilmiş hükümeti tank, top ve savaş uçaklarıyla devirmeye çalışacaklar.

Darbecilere her tür desteği sunacaklar.

Darbe başladığında CIA, Beyaz Saray'a “her şey gayet normal gidiyor” diye rapor verecek.

Fettuşiler saldırıya geçer geçmez ABD'nin Ankara elçiliği Washington'a “Türk intifadası/ayaklanması” başladı diye müjdeyi uçuracak.

“FETÖ'nün başını bize geri verin.” talebimizi sallamayacaklar. Üstelik ona dört koldan siper olacaklar. Hem de insanlığın en rezil işini yaptırdıkları köpeklerine zarar gelmemesi için bize diş gösterecekler.

***

Sanırım bunlar akıllarını peynir ekmekle yemiş olmalı.

Birilerinin Jackson'un bu ırkçı çocuklarının kafasına, doğusundan batısına 80 milyonluk Türkiye'de soykırıma uğratılan çaresiz Kızılderililer bulunmadığını, bilakis Çanakkale ve Kut'ül Ammare zaferlerini kazanan şanlı bir milletin torunlarının yaşadığını kazıması lazım.

Tabi akılları başlarına geldiyse…

Nihat Karademir - Tiyatro sizin mesleğiniz, mizansen sizin tarihinizdir

$
0
0

Türkiye'nin siyasal tarihinde solun doğrudan katkısı ile başarılmış ekonomik, siyasal veya toplumsal bir başarıdan söz etmek neredeyse imkânsızdır. Solun mücadelesi ve çabalarıyla kazanılmış bireysel veya kolektif bir hak veya hukuk mücadelesi de yoktur. Türkiye zaman zaman yaşanan ekonomik kalkınma hamlelerini ise solun desteği bir tarafa, genellikle solun sabotajlarına ve muhalefetine rağmen başarmıştır.

1990'lı yıllarda yükselen yeni İslamcı kuşak sadece uzun zamandır, sol entelektüalizmin tekelinde olan devrim, özgürlük, antiemperyalizm ve direniş gibi kavramları daha özgün formlarla ve içeriklerle üretmekle kalmamış, kültürel ve sanatsal alanlarla da sola rakip olmuştur. Dahası İslamcılar ve geniş dindar halk kesimleri özellikle 28 Şubat dönemindeki direnişleri ve Ak Parti iktidarının uygulamaları ile toplumsal değişimin ve dönüşümün öncüllüğünü de yapmaya başlamışlardır. Üstelik bu liderliği topluma rağmen, hatta topluma karşı yapmaya çalışan otoriter soldan farklı olarak, toplumdan emanet/onay alarak yapmışlardır.

Solun ve Kemalizm'in devletimizin tarihsel hastalığı olan darbecilikle mücadelesi ise çok temiz ve meşru değildir. Sol aydınların bir kısmı, diğer aydınlarımızdan farklı davranmayarak, darbelere karşı sessiz kalmayı tercih ederken, önemli bir kısmı yeni sürece hemen adapte olmuş ve darbecilerin yakınına yerleşmişlerdir. Dahası solun bazı klikleri askeri darbeleri meşru bir mücadele aracı olarak benimsemiş ve sık sık darbe girişimlerinin içinde yer almıştır. Nitekim Türkiye'nin darbeler tarihine baktığımız zaman solun çabaları ile akamete uğratılmış bir darbe olmaması bir yana başka cuntalar tarafından engellenmiş darbeci sol cuntaların varlığıyla karşılaşıyoruz.

Kemalistlerin ve bir kısım solcuların 15 Temmuz gecesi başlayan ve akamete uğrayan son darbe kalkışmasına ilişkin küçümseyici söylemlerinde bu tarihin sebep olduğu utanç ve kıskançlık başrolü oynamıştır. Türkiye'de hiç bir darbe girişiminin karşısında dik durabilme erdemi gösteremeyen, üstelik tarihimizin en alçakça darbelerinden biri olan 27 Mayıs'ın ürünü olan bir sol gelenek vardır. Laikçi ve bir kadar da hurafeci ve gerici olan totaliter Kemalizm ise kendini ancak darbeler üzerinden üretebilmiştir.

Kemalistler ve bir kısım solcular, yıllarca sürü, yığın, koyun, mürit, cahil, ayaktakımı, çoban, biatçi, gerici, köylü, taşralı, bidon kafalı ve göbeğini kaşıyan adam diye aşağıladıkları geniş halk kesimlerinin tanklara, helikopterlere ve F-16'lara karşı gösterdiği mücadeleyi utançla, kıskançlıkla ve öfkeyle izlemişlerdir. Kıskançlıklarının sebebi, onların kitaplarda yazdıklarını, romanlarda kurguladıklarını, marşlarda haykırdıklarını ve ancak rüyalarında görüp uykularında sayıkladıklarını, yıllarca küçümsedikleri milletin sokaklarda kanlı canlı gerçekleştirmiştir olmasıdır. Öfkeleri ise FOX TV'de “Darbe olsaydı biz kazanacaktık, olmadı İslam/cılar kazandı.” diyen ABD'li emekli askerin öfkesiyle aynı kirli oluktan beslenmektedir.

Ancak bu duygularını dürüstçe itiraf edebilme erdeminden de mahrum olan bu hastalıklı akıl, küçümseme maskesi takarak kendini gizlemeye çalışmıştır. Elbette ordu içindeki darbe karşıtı onurlu askerlerin, polisin, siyasetin, istihbaratın ve darbe zamanlamasının ve yönteminin bu kalkışmanın akamete uğramasında yadsınamayacak rolleri vardır. Ancak bu teknik analizler üzerinde yoğunlaşarak veya işi mizaha vurarak Erdoğan'ın liderliğini ve bu liderlik etrafında kenetlenen ve canı pahasına darbeye engel olmaya çalışan milletin çabalarını "tiyatro" ve "mizansen" gibi ucuzluklarla itibarsızlaştırmaya çalışmak, hiç bir şey üretemedikleri gerçeğinin fark edilmemesi için başkalarının ürettiklerini küçümseyen kıskanç ruhların yöntemidir.

Yine de Kemalistlerin ve bazı solcuların bu tavrını sadece kıskançlığa yormak doğru olmayacaktır. Aynı tavrın oluşmasında belirleyici olan bir diğer faktör ise "kişi, herkesi kendisi gibi bilirmiş" evrensel ilkesidir. Çünkü üretilmiş senaryolar üzerinden siyaset kurmak ve toplum mühendisliği yapmak Kemalizm'in ve totaliter solun geleneğidir. Örnek mi? Alın size İzmir Suikastı hikâyesi ve Menemen İsyanı senaryosu. Yetmiyorsa resmi tarih kitaplarını adam akıllı, akademik tarih kitapları ile karşılaştırın. Yalanın, tiyatronun ve mizansenin nasıl ustaca kullanıldığını ve toplumun bu yöntemle nasıl şekillendirilmeye çalışıldığını göreceksiniz. Üstelik bu yalanlarla sadece geçmişte kalanlarımıza egemen olmakla kalınmadığına, bugünümüze de hükmedildiğine tanık olacaksınız.

Bütün tarihleri yalandan ibaret olanların milletin/milli iradenin zaferine de tiyatro demeleri tıynetlerinin ve tarihlerinin gereğidir. Bunda ne bir çelişki, ne de bir tutarsızlık vardır. Ancak milletin onuru, teröristleri "onurumuz" diye selamlayanların hayal bile edemeyecekleri kadar temiz ve gerçek, ulaşamayacakları kadar yücedir. Millete selam olsun.

Mustafa Yazgan - Direnen millet ve isimsiz kahraman

$
0
0

Şunları yazmış:TRT'de darbeci hainlerin bildirisini duyunca, sokağa çıktım.

Motosikletime atladığım gibi, E5'ten köprü yoluna sürdüm.

Bostancı köprüsü kapalı idi. Araçlar, geri dönmek zorunda idi. Köprü üstünden by - pass geçtim.

Göztepe'ye kadar araçlar, yolu bloke etmişlerdi.

Yollar kilitli idi… İnsanlar, toplanıyorlardı.

Bir tank yolu tıkamıştı… Halk tankın çevresini kuşatmıştı. Bekleyen askere:

-Kartal yönünden geliyorum. Kardeş! Arkadan on binlerce insan geliyor… Kaçına sıkacaksın?

Ya, linç edilmekten nasıl kurtulacaksın? Düşündün mü? dedim.

Korku ile panikledi… Sonra tanka girmeye çalıştı.

Yanımda bir genç belirdi. Komutan ileride idi. Ona bir sigara verdim.

-Bak… dedim. O kalabalık gelmeden, polis aracına binip, gidin. Canınızı kurtarın… Siz, vatan evladısınız komutan, sizinle bir işimiz yok. Bilesin. Sonra komutanı alkışlayınca, aradakiler de alkış tuttular. Komutan ve tank personeli, alkışı duyunca linç edilmeyeceklerini anlayıp, hızla tanktan inip, polis aracına binip uzaklaştılar.

Halk, oradaki bir tır ile tankı çevirirken, ben yola devam ettim.

Altunizade'ye kadar, bütün yollar kilitlenmişti.

Son çıkışı geçtim. Burada sadece insanlar vardı.

Manzara, aynen şöyle idi. 3-5 dakikada bir 45 saniye süren ateşle milleti tarıyorlardı. Ateş kesildikçe yanımdaki genç arkadaşla birlikte yerdeki yaralıları karga-tulumba motoruma bindirip geri taşıyıp tekrar “ateş alanı”na yöneliyorum.

Kaç sefer yaptığını -inanın- hatırlamıyorum.

Darbeci teröristler, bizi tararken bazan motorumun, bazan da oradaki otobüslerin arkasına yattık.

Bir seferide, tarama kesilince, yaralıları taşımamızı beleyeceklerini zannedip kalktık. O an tekrar ateşe başladılar. Baktım, solumdaki ağabey vuruldu…

Vızır vızır mermi seslerini, hayatım boyunca unutamam… 5 evladım var… Ama Allah'a şükür, her seferinde, tankların önüne kadar gidip, yaralıları taşımakta, bir kez bile tereddüt etmedim.

Aldım yaralıyı… Motora bindim. Vurulan arkadaş, bana sarılınca dengemi kaybettim. Düştük. Hayatımda ilk kez yerdeki motordan yola fırladım.

Tekrar kalktık. Yaralı kardeş bana sarıldı. Tam gaz giderken, kulağıma “Eşhedü en la ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammedü'r Resulullah.” Diye seslenmesini, hala unutamıyorum.

Kan kaybediyordu. Bayılacak, düşecek diye çok korkuyordum.

Sayısız seferler yaparken, maalesef, tankların olduğu taraftan geliyorum diye, kalabalıktan bazıları, bana saldırıp, beni yumrukladılar.

Moturu durdurunca, üstümün, başımın kan olduğunu, yaralı taşıdığımı ve arkamdaki adamın yalvarışlarını duyunca, bu sefer “özür” dilediler… Ama ne çare, biz yumrukları yemiştik…

( Yarın: Çanakkale gibi idi…)

Enes Bayraklı - Batı'nın Türkiye'nin istikrarsızlaşmasından ne çıkarı var?

$
0
0

15 Temmuz darbe girişimine Batı dünyasından siyasetçilerin, medya organlarının, düşünce kuruluşlarının ve akademisyenlerin çoğunun verdiği tepki apaçık bir hayal kırıklığını ortaya koymaktadır. Özellikle ABD yönetiminin darbenin ilk saatlerindeki “bekle gör” tarzı açıklamaları ve daha sonra Obama'nın Erdoğan'ı aramak için 4 gün beklemiş olması Amerikan yönetiminin darbe karşısındaki tutumu konusunda ciddi soru işaretleri oluşturmaktadır.

ABD'nin doğrudan darbenin arkasında olduğunu iddia etmek için elimizde yeterli kanıt yok; ancak istihbarat ağı ile bütün dünyayı gözetleyen ABD'nin önemli bir müttefiki olan Türkiye'de meydana gelen böylesi bir hadiseye yaklaşımı bizleri fikir sahibi kılacak bir takım doneler ihtiva ediyor. Medyadan bürokrasiye, sivil toplum kuruluşlarından finans kuruluşlarına kadar yayılmış olan büyük bir çeteyi yöneten sözde bir din adamının Amerikan istihbaratı ile hiçbir ilişkisinin olmadığını ve Amerikan istihbaratının bu şahsın darbe faaliyetlerinden haberdar olmadığını iddia etmesi akla ve mantığa uymuyor.

Bütün bu resme bakıldığı zaman Amerikan yönetiminin darbe girişiminden en azından haberdar olduğu ve darbe başarısız olunca da geri adım attığı görülmektedir. Darbeye karşı verilen cılız tepki, FETÖ elebaşısı Gülen'in iadesi ile ilgili laubali tutum, Kerry'nin NATO üyeliği ile ilgili aba altından sopa gösteren açıklamaları Obama yönetiminin dış politikadaki en büyük başarısızlığı olarak şimdiden tarihe geçmiş durumdadır.

Darbe girişimi başarılı olsaydı dahi böyle bir darbenin Türkiye'yi büyük bir kaosun içine sürükleyeceği ve Ortadoğu'daki mevcut bulunan kaosu arttıracağı açıktır. Böyle bir kaostan en önce yararlanacak örgütlerin başında IŞİD gelmektedir. Böyle bir durumun Avrupa'ya yönelmiş olan tehditlerin boyutunu çok ciddi seviyelere taşıyacağı açıktır. Dolayısıyla şunu açıkça ifade etmek gerekir ki Avrupa'nın istikrarının güvencesi bugün Türkiye'dir.

Buna rağmen darbenin ilk saatlerinden itibaren Avrupa Birliği ve Avrupa siyasetçilerinin tepkileri çok cılız kalmıştır. Darbe savuşturulduktan sonra ise AB idam meselesi gibi Türkiye'deki mevcut duygusal tepkiden ortaya çıkmış tali bir mesele üzerine yoğunlaşmıştır. Türkiye'nin karşı karşıya bulunduğu varoluşşal tehlikenin boyutlarını küçümser nitelikteki bu tavır uzun vadede Türkiye Avrupa ilişkilerine zarar getirecektir. Avrupa ve Amerikan basınının geneli ise yüz kızartıcı derecede islamofobik, oryantalist basmakalıp ifadelerle malûl bir tutum takınmıştır. Darbeyi ve darbecilerin katliamlarını görmeyip; darbeye karşı ayaklanan ve demokratik düzeni canları pahasına koruyan kitleleri itibarsızlaştırmak için en ufak fırsatı kaçırmadıkları görülmüştür. Temelde bir histeri halini almış olan Erdoğan ve İslamiyet karşıtlığından beslenen bu tutumun ne kadar irrasyonel bir tutum olduğu açıktır.

Böyle bir tavır Avrupa'nın çıkarlarına tamamen terstir. Avrupa'nın çıkarı Türkiye'deki istikrarın devam etmesindedir. Fakat bugüne kadar süre gelen tepkiler ve tavırlar Avrupalı siyasetçilerin ve medya organlarının bu gerçekten bî;haber olduklarını ve histeri içinde hareket ettiklerini göstermektedir. Medyasıyla siyasetçisiyle düşünce kuruluşlarıyla bir bütün olarak Batı, Türkiye'deki istikrara gölge düşürmeye çalışarak adeta ateşle oynamaktadır. Suriye'de söndürülmeyen ateş bugün nasıl ki Avrupa'yı yakıyorsa, Türkiye'de yakılmaya çalışılan ateş sonucu meydana gelecek olan olası bir yangın da Avrupa'yı kasıp kavuracaktır. Hem de Suriye'dekinden çok daha büyük oranda! Bundan dolayı Avrupalı ve Amerikalı dostlarımıza tavsiyemiz, içlerine düştükleri bu histeri halinden bir an önce çıkıp Türk demokrasisinin ve halkının yanında güçlü bir şekilde durmalarıdır.

Nihat Karademir - OHAL ilanı ve "diktatör derler" korkusundan kurtulmak

$
0
0

Toplumun birlik ve beraberliğinin, toplumsal barışın, devletin bekasının, demokrasinin, milli iradenin büyük tehlikeler altında olduğu en kritik dönemlerde bile daha sıkı ve sert tedbirler almak isteyen yöneticilerimiz, çoğu zaman bu baskıların diktatör, tiran ve otokrat benzeri itibarsızlaştırmaların etkisi altında kalarak geri adam atmak veya en azından önlemlerin şiddetini gereğinden fazla düşürmek zorunda kalmışlardır. Son alınan OHAL kararı, bu korkuya yönelik en ciddi meydan okumalardan biri olmuştur.

Durumsal/konjonktürel yönetim yaklaşımı, her zaman ve her yerde geçerli en iyi/kusursuz bir yönetim şeklinin, organizasyon modelinin ve evrensel kuralların olmadığını var sayar. Yönetimin, organizasyonun ve uygulanan kuralların niteliği ve içeriği içinde bulunulan zamana ve mekâna bağlı olarak farklılık arz edebilir. Geçen yüzyılın ortalarında Batı'daki özel sektör kuruluşlarının yöneticileri tarafından icat edilen bu yaklaşım, zamanla kamu bürokrasisi ve siyaset tarafından da benimsenmiştir.

Doğrusu hem genel olarak insanlık tarihi hem de kendi tarihimiz bu teorinin doğruluğunu kanıtlayan onlarca örnekle doludur. Şayet IV. Murat veya II. Mahmut devleti ayakta, toplumu ise bir arada tutabilmek için zaman zaman otoriter yönetim pratikleri geliştirmemiş olsalardı, muhtemeldir ki Devlet-i Aliye çok daha erken dönemlerde yıkılacak ve belki de bugün üzerinde yaşadığımız toprak parçasına bile egemen olamayacaktık. Yine Sultan Abdülhamid'in bazen oldukça baskıcı olabilen yönetim tarzı, muhaliflerinin iddia etiğinin aksine hastalıklı bir psikolojinin değil, konjonktürün bir gereğiydi.

Bu esnekliği gösterebilen yönetimlerin ömürleri çok daha uzun olmuştur. Aynı yönetim pratiklerinde ısrar eden ve kurumlarını ya da toplumlarını daha etkin ve daha doğru yönetmek için yeni kurallar ve kurumlar üretmeleri gerektiği halde geleneksel kurallarını ve kurumlarını fetişleştiren toplumlar, rejimler, devletler ve medeniyetler ise kısa süre içinde bozguna uğramışlardır. Özünde birer araç olan kuralları, kurumları ve kanunları amaca dönüştürmek ve sadece ilkelere değer verilmesi gereken bir dünyada, en değerli ilkeleri ve en temel hak ve hürriyetleri bile kanun/kural/kurum bağnazlığına feda etmek, tarih de şahittir ki, insanoğlunun en akıldışı tutumlarından biridir.

Kendi toplumun bekası, hatta en basit çıkarları söz konusu olduğunda yönetim aygıtlarını, organizasyon şekillerini ve yönetsel/toplumsal kurallarını hızlıca revize edebilen Batı, sıra diğer toplumlara geldiğinde, hangi koşullar altında olursa olsun, dayatılmış olan sözde evrensel yöntemlerin revize edilmemesi için bu toplumlara baskı uygulamaktadır. Kurallar ve kurumlar ancak söz değişim Batı'nın çıkarlarına hizmet edecekse değiştirilebilirler. Bunu ihlal eden yönetici ve rejimler ise hem içeriden hem de dışarıdan medya, STK'lar, uluslararası örgütler, lobiler ve diasporalar marifetiyle büyük baskı altına alınmaktadırlar. Öyle ki “bana diktatör derler” korkusu Batı-dışı toplumları yöneten liderlerin ve siyasilerin en büyük endişesi haline gelmiştir.

Bu endişe, zaman zaman Türkiye'de devlet, iktidar ve ama özellikle politik ve idari uygulamaların içeriğinden ve sonuçlarından doğrudan etkilenen toplum üzerinde taşınması zor bir yük haline gelmektedir. Toplumun birlik ve beraberliğinin, toplumsal barışın, devletin bekasının, demokrasinin, milli iradenin ve milli kaynakların büyük tehlikeler altında olduğu en kritik dönemlerde bile daha sıkı ve sert tedbirler almak isteyen yöneticilerimiz çoğu zaman bu baskıların ve diktatör, tiran ve otokrat benzeri itibarsızlaştırmaların etkisi altında kalarak geri adam atmak veya en azından önlemlerin şiddetini gereğinden fazla düşürmek zorunda kalmışlardır.

Son alınan Olağanüstü Hal kararı, bu korkuya yönelik en ciddi meydan okumalardan biri olmuştur. Şüphesiz, bu ülkede daha önce de defalarca OHAL veya Sıkıyönetim ilan edilmişti. Ancak önceki uygulamalar genellikle küresel emperyalist blokun, otoriter devletin veya iktidar seçkinlerin lehine işletilmişti. Geçmişteki örneklerden farklı olarak, ilk defa milletin ve milli iradenin lehine bir OHAL uygulamasına gidilecektir. Geçmişte demokrasinin celladı olan veya en hafifinden demokrasiyi tatil etmek ve milli iradeyi sınırlamak için tercih edilen bir pratik, belki de tarihimizde ilk defa demokrasiyi sürdürülür kılmak ve milli iradeyi tahkim etmek için uygulanacaktır.

Fransa'daki uygulamaları selamlayıp, Türkiye söz konusu olunca otoriterlik edebiyatına sarılanların iddialarının aksine; OHAL, demokrasiye kast etmek değildir. Demokrasinin kendini savunma hakkından neşet etmiş bir yöntem ve bir araçtır. Bir ülkede, bir yandan demokratik bir siyaset ve rejim inşa edilirken, diğer yandan bu rejimi koruyacak mekanizmalar inşa edilmiyor ve mevcut mekanizmalar gerektiğinde en etkin şekilde kullanılmıyorsa, orada demokrasi ancak cuntaların izin verdiği kadar var olabilecektir.

Elif Nuroğlu - Standart Değilsin Standard & Poor's

$
0
0

Standard & Poor's Türkiye ile anlaşması olmamasına rağmen, kendi kendine Türkiye'ye kredi notu veren bir kredi derecelendirme kuruluşu. Başındaki Standard kelimesi de objektifliğine vurgu yapıyor. Türkiye'nin halihazırda kredi değerlendirilmesi için Moody's ve Fitch Ratings ile anlaşmaları var.

Peki Standard & Poors'a ne oluyor da kendi kendine durumdan vazife çıkarıp dün gecenin bir saatinde halen Bakanlar Kurulu Toplantısı devam ederken ve henüz sonuçları açıklanmamışken Türkiye'nin kredi notunu BB+'dan BB'ye düşürüyor? Bu arada açıklayalım. BB+ durağan manasında iken BB negatif anlamına geliyor. Yukarıda bahsettiğimiz diğer iki kredi derecelendirme kuruluşundan her zaman daha kötü not vermesiyle “en sıfırcı hoca” diyebileceğimiz S&P'nin oldukça aceleye getirilmiş bu notu, Moodys ve Fitch Ratings'in notlarını da etkileyeceğe benziyor.

Türkiye İhracatçılar Meclisi hem zamanlamasını hem de kararı uygun bulmadıklarını açıkladı. Bu kararın zamanlaması belki de kendilerince en uygun zamandı! Bir ülke düşünün ki daha beş gün önce büyük bir tehlike atlatmış, darbenin eşiğinden dönmüş. Haftasonu darbe etkileri, hem Başbakan Danışmanı Mehmet Şimşek'in yabancı yatırımcılarla yaptığı telekonferansla hem de Merkez Bankasının piyasayı rahatlatıcı önlem açıklamaları ile rahatlatılmış ve piyasaların haftaya göreceli bir rahatlıkla girmesi sağlanmış. Bu büyük tehlikenin ardından tabii ki dolarda yükselme ve Borsada düşüş olmuş ve bu kısa vadeli sonuçlar bir günün içinde yeni bir dengeye kavuşmuş.

Sen tut bu kadar vahim bir olayı böyle yumuşak bir geçişle atlatan bir ekonomiyi, kredi notunu -sana sorulmamasına rağmen- düşürerek cezalandır. Bu karar tam olarak darbecilere verilen bir hediye mahiyetindedir. Siz kalkışıp oturdunuz, ekonomiyi ve piyasaları mahvedemediniz, durun size birazcık yardım edeyim demektir.

Cumhurbaşkanımızın bu karara verdiği “S&P sen de kimsin, boşuna bizimle uğraşma.” tepkisi çok milli bir tepkidir, aynı tepkiyi biz ekonomistler de tam o saatlerde veriyorduk. Böyle bir not düşürme, tam olarak Türkiye ekonomisinin en öncelikli konularından birisi olan yatırımları hedef almıştır. Piyasalar ve Türkiye ekonomisi için hem bu not düşürülmesi -ki bunu Moodys ve Fitch Ratings de takip edeceğe benziyor- hem de olağanüstü hal açıklaması Perşembe gününe damgasını vurdu. Yine de, Borsamız ve Türkiye ekonomisi gittikçe daha şerbetli oluyor ve böyle ekstra hareketli ortamlarda iş yapmaya alışıyor.

Bu ortamda piyasalara zarar verici iç ve dış bir çok spekülatif açıklama yapılabilir. Böyle bir durumda, sadece yetkili ağızlardan gelen açıklamalara kulak verip, kışkırtıcı ve moral bozucu açıklamaları kulak ardı etmek en faydalı yaklaşım olur.

Ekonomi Bakanı Nihat Zeybekçi'nin dünkü açıklaması, ekonomide kısa bir süre içinde yatırım teşvik ve desteklerine odaklanılacağı yönünde. Yine, Başbakan Danışmanı Mehmet Şimşek içeride ve dışarıda ağırlığı olan bir isim ve açıklamaları gerçekten yatırımcıları ikna ediyor. OHAL'in ekonomik özgürlükler, piyasanın işleyişi ve yatırımlar konusunda herhangi bir kısıtlama getirmeyeceğini ve kesinlikle piyasa kuralları dışına çıkılmayacağını açıklaması bizleri rahatlatıyor. Ayrıca Şimşek, ekonomik anlamda da muhalefetten işbirliği ve destek istedi. Bir gecede 20-30 yıl geriye gitme şoku yaşayan Türk halkı, ortak değeri olan demokrasiyi nasıl koruduysa şimdi de Türkiye ekonomisi ve refahı konusunda da el ele vermeli. İş dünyasından darbe girişimi sonunda ardı ardına gelen birlik mesajları “buradayız, üretime devam ediyoruz.” şeklinde idi. Her ne kadar birileri kendi kendine bizim notumuzu aşağı çekse de ve ülkede OHAL ilan edilse de reel ekonomi üretmeye devam ettiği, ve bizler birlik içinde işlerimizin başında olduğumuz sürece, biiznillah demokrasimize de ekonomimize de hiçbir şey olmaz.


Mustafa Yazgan - Köprü'de ortam , "Çanakkale" gibi idi…

$
0
0

İsimsiz Kahramanımız devam ediyor:

-1915'te, Çanakkale sırtlarında, İngiliz ve Fransızların karşısında çarpışan bir nefer gibi hissettim kendimi… “ortam Çanakkale gibi idi…” taranacağını biliyordu insanlar. Üstümüze mermiler yağıyordu. Şanlı ve asil Türk ordusunun elbiselerini giymiş FETÖ teröristleri, milleti tarıyordu. Devletimize sâhip çıkan bu yiğit insanlar, yaralanıyordu… Tank paletleri altında ezilen bacak kopuyordu… Ölüyorlardı… Gene de tek geri adım atılmadı. Tankların her araç çiğneyip ezmesinde, yüzlerce kerre geriye koştu millet… Can havli ile ( Can korkusu ile)… Ama her seferinde tekrar tanklara yürüdüler… Kaç sefer yaralı taşıdık motorla o gece… O kadar çok yaralı vardı ki… Kafasından vurulanları alamıyorduk… Zira adam bilinçsiz ve halsizdi… Motorun arkasında duramazdı… Bir seferinde adamı arkama bindirdiler. Onun da arkasına bir kişi bindi ve bana sarıldı. 3 kişi gittik… Bir keresinde onlarca kişi, motorumu kucaklayıp bariyerlerden aşırdı. Emniyet Müdürlerinden birini “merkez”e yetiştirdim. Zira, başka kimse yoktu.

Eve vardığımda, yorgunluktan sızdım.

Ertesi gün, öğlen motoru yıkamaya çalıştım. Koltuktaki kan zor çıktı… O, bir damlasına kurban olacağım “ensar kanı”ndan farksız o kan… Bir düşünün… Ne farkı var ki… Şehâdet yoldunda…

Köprü yollarını saatlerce arşınlamıştım. Acı portre maalesef… Sosyetik insanlar, villalarının önündeki caddede “ magazin sohbetinde” idiler…

Bir kerresinde Çamlıca'da yolu karıştırdım. İki gence yolu sordum.

-Abi… Sakın gitme! Köprü fena… dediler.

-Ben zaten oradan geliyorum kardeşim… Yaralı taşıyorum…. Oraya gitmeye çalışıyorum… dedim.

Üstümü, başımı ve motorun hâlini görünce, yolu tarif ettiler. Onlara:

-Siz ne diye burada duruyorsunuz? Evli misiniz? Diye sordum.

-Abi… Ortam karışık… dediler.

Bu iki gence:

-Benim 5 çocuğum var kardeşim… Öleceksek de yatakta değil, ön safta ölürüz… Bu kadar basit. Deyip gazladım

Ve lâkin dün, bu ülkeyi -hiç şüphesiz- Allah ve gene garibanlar kurtardı… Bunu da söylemeden edemeyeceğim. Onlarca köprü yolunu geçtim. Bir tek RR jip yoktu. İsteyen, kamera kayıtlarına baksın. Hatta tankın ezdiği, çiğnediği bile, beyaz bir Kango'ydu.

Bunları yazmamın bir tek nedeni var. Rabbim bu milletin fakirini de, orta direğini de imandan ayırmasın… Eğer o insanlar bozulursa, bu vatan o zaman elden çıkar… Allah'ım bu millete, böyle acı günler göstermesin… Âmin!

Selman Dilek - Bir Sahte Kahraman Portresi

$
0
0

Cumhuriyet, bir imparatorluk mirası üzerinden inşa olundu. Muasır medeniyet seviyesine ulaşma gayesi asırların birikimini gölgeleyemedi.

Cumhuriyet'in kuruluş evresinde gelenekle irtibatı kuran köprü şahsiyetler vardı. Elmalılı, Babanzâde gibileri ilmi birikimi aktarırken; Said Nursi, Süleyman Hilmi ve diğerleri dini hayatın idamesine gayret ettiler. İman ve takvanın muhafazasını, dini ilimlerin bir derece tahsilini esas almaktaydılar. Uzun vadeli toplumsal dönüşüme talip oldular, kısa vadeli siyasetin fitnesinden kaçındılar. Muhatap öncelikle fertti, gaye ferdin tekâmülüydü. Münzevi bir hayatı kalabalıklar içinde yaşattılar. Siyasi tartışmalardan kaçındılar; iktisadi hiçbir gayeleri olmadı.

Dini ilimlerin ve maneviyatın, yaşadığımız çağda ihyasına gayret eden büyük iman kahramanı Said Nursi hemen her alanda bir model geliştirmişti. Dini cemaatin siyasetten bağımsız hareket etmesinden tutalım Türk-Kürt kardeşliğine; Osmanlı medrese ilimlerinin Risalelerde tedvininden yeni bir maneviyat telakkisine kadar birçok alanda fikir beyan etti. Bizzat kendisi idealize ettiği hayatı, yakın talebeleriyle birlikte yaşadı.

Türkiye'deki hemen her akım bu şahsiyetlerin etkisinde kaldı, en azından fikirlerini tartıştı. Soğuk Savaş'ın akabinde yeni dünya düzeni, Sovyetler'in çözülüşü ve İran devrimi gibi uluslararası konjonktür, Türkiye'deki dini toplulukları görünür kıldı. 80 ihtilalinden sonra uluslararası sisteme daha entegre bir modele geçen ülkemiz, liberal politikalar çerçevesinde kısmi özgürlüklere imkan tanıdı. Bu ortamda dini cemaatler daha serbest bir çalışma alanına kavuştular ve uluslararasılaştılar. Sivil toplumla devlet kurumları arasındaki perde aralandı; ilişkinin dengesinde şiraze yavaştan kaybedilmekteydi.

Gülen, Risale-i Nur davasını yeni bir merhaleye taşıyacağı iddiasıyla yola çıktı. Kısa sürede Said Nursi'nin tecdit gayretini ana istikametinden uzaklaştırdı. İlk olarak cemaat içerisinde sert bir hiyerarşi oluşturdu. Risaleleri merkeze alması gereken bir kardeşlik sistemi yerine itaat üzerinden bir örgüt modeli geliştirildi. Diğer bir husus ise başından beri devleti ele geçirmeye odaklandı. Siyasetle meşgul oldukları için İslamcıları eleştiriyordu, hâlbuki daha tehlikeli bir yola girmişti, gizli bir örgüt kurmaktaydı.

Said Nursi talebelerinin dershane olarak isimlendirdiği, aslında klasik medreselerin Cumhuriyet Devri'nde yeni bir yorumu olabilecek küçük Medrese'tüz-zehra projeleri. Batı'nın kötü taklidi okullara dönüştürüldü.

90'larda hemen her alanda boy gösterdiler, himmetler bir iktisadi teşekkül oluşturmaktaydı. Örgüt artık devrim yolunda her şeye cevaz verir duruma geldi. Güç merkezli bir ideal kendini gösteriyordu, her alana hâkim olma çılgınlığı. Ferdin imanına odaklanan miras, devlete talip olan bir örgüt düşüncesiyle karıştırıldı. Bu hercümerçten derin bir paradoks meydana geldi.

Modernitenin aygıtlarıyla girilen münasebette esir düştüler. Çağdaş batıyla muhasebeye girişecek bir birikime hiçbir zaman sahip olmadılar. Yaklaşık yarım asırdır hiçbir İslam âlimi çıkaramadıkları gibi, bir tane dahi batıyı bilen entelektüelleri yoktu. Ne vaat ediyorlardı, geldiklerinde ne yapacaklardı, onlar da bilmiyorlardı. Çağdaş yöntemlerin zehirlediği bu güç odaklı yapı bir paradokslar cemaatiydi.

Yalnız Risale-i Nur'a değil dini cemaatlere ve hatta dine ihanet edildi. Gelinen noktada toplumda dini topluluklara olan güven sarsıldı. Resmi kurumların dine olan bakışı değişti. Batıda dini akımların esir alınabileceğine dair bir umut oluşturdu; doğuda ise heyecanla koşulan bir serabı çöl kumlarına boğdu. Yakın tarihimizde, dış müdahalelerle bastırılan ve hatta yok edilişin sınırına getirilen bir mirasın içi boşaltıldı. Düşmana yumuşak, dosta serttiler, sonra düşmanın oyuncağı haline geldiler. Takiyye bir karakter haline gelmişti. En berrak zihinler bir mesihî; sahtelik uğruna heba edildi.

Bu örgütün neden olduğu tahribatı tamir etmek uzun zaman alacak. Belki de hiç vakit kaybetmeden asli meselemize yoğunlaşmalıyız. Geleneğimizde kaybettiğimiz ilim ve irfanı keşfe yönelmeli; çağı anlayıp bu mirasın ihyasıyla uğraşmalıyız. Necip Fazıl merhumun din tahripçilerine yazmış olduğu ön sözle bitirelim:

“…bu nükteyi bilhassa yeni nesillere sindirdiğimiz gün doğacak olan büyük düşünce adamıdır ki, asrımızın gerçek kahramanı olacak; veya küfür, yahut küfürden beter bir dalâlet anlayışıyla sözde iman adına çalışmış sahte kahramanlardan ortalığı temizleyecektir.”

Yaşar Hacısalihoğlu - FETÖ'nün Kaos Planı…

$
0
0

Her şey Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Davos'ta “One Minute” çıkışıyla başladı. Küresel sistemi kendi çıkarlarına göre tanzim etmeye çalışan baronların kurduğu düzene çomak sokuldu. Erdoğan hak, hukuk, adalet temelinde işlemeyen mevcut sistemi sorgulamasını inatla sürdürdükçe, küresel baronların rahatsızlığı artmaya başladı, huzurları kaçtı.

Her türlü karalamaya, kara propagandaya, asılsız yakıştırmalara yönelerek, toplumda “Erdoğan nefreti” aşılamaya gayret ettiler. Bu oyun geniş halk kitlelerinde itibar görmedikçe çılgınlaştılar. Teröre yöneldiler. Tek terör örgütüyle yetinmediler. Birden fazlasına ve kuyruklarını birbirine bağlayarak sahaya sürdüler. Türkiye'yi dört koldan kuşatma atında tutarak ülkeyi kaosa sürüklemeyi planladılar.

Önce Gezi kalkışmasıyla,17/25 Aralık hükümeti devirme planlarıyla yol almaya çalıştılar. Başarısız olunca, yılmayan, direnen lideriyle yükselen Türkiye'nin önünün kolayca kesilemeyeceğini anladılar ve topyekun bir saldırıyı planladılar. Bunun için en uygun zamanı beklediler. 40 yıldır avuçlarında tuttukları fetullahçı terör örgütünün devlet içinde sızmış hainlerini, tetikçi, maşa güruhunu harekete geçirdiler.

FETÖ ihanet şebekesinin başındaki ajan provokatörün “zafer günü gelinceye kadar kendini belli etme” telkinine dayanılarak bugüne kadar bazıları yeterince güvenemedikleri eşlerinden bile gizledikleri örgüt üyeliğinin gereği için sahaya çıktılar. Onların zafer günü dedikleri, ihanet günü gelmişti. Amaçları yönetimi ele geçirip ülkeyi yönetmek değil, aksine Cumhurbaşkanı Erdoğan'ı öldürerek, ülkeyi yönetilmez hale getirip, kaosa sürükleyip iç savaşı başlatarak, ülkeyi Suriyelileştirip parçalanmasının yolunu açmaktı.

Bu parçalanmaya, iç savaşa dayalı kaos planı işlemeye başladığında PKK/PYD terör örgütü de sahne alacaktı. Aynı yerlerden yönetilen bu ihanet şebekelerinin ortak amacı, ülkeyi kolu kanadı kırılmış bir Türkiye atmosferine sürüklemekti. Başaramadılar...

Bu ülkenin, bu milletin bileğini bükemediler. Yılmaz lideriyle bütünleşen İstiklal madalyalı bu aziz millet bu hainlere, emperyalizmin uşaklarına, maşalarına geçit vermedi. Tüm mazlum halkların umudunun, direncinin, inancının yok edilmesine izin vermedi. Sömürgeci ahtapotun kollarına, eli kanlı teröristlerine mazlumların, ezilenlerin son kalesini teslim etmedi.

Bu tablo böyle görülmeyip, meselenin; “ bizde darbeye karşıyız ama bu nasıl bir darbe, cadı avı yapılıyor. Devlet bütünüyle tasfiye ediliyor” gibi yaklaşımlarla takdim edilmesi, fitne- fesat yuvası FETÖ'nün darbeci teröristlerinin hain girişimini örtmeye, hafifletmeye, sulandırmaya çalışmaktır. Bunu siyasi saplantı ve körlüğüyle yapanların yanı sıra FETÖ'nün kriptolarının dili olduğu çok açıktır.

Açık olarak bilinmelidir ki, FETÖ'nün en önemli özelliği, girdiği kabın şeklini alan sıvı gibi olmasıdır. Yıllardır yayınladıkları “Sızıntı” dergisine verdikleri isim gibi sızdıkları yapıların şekline bürünmeleriyle o yapıları işlemez hale getirecekleri güne hazırlanmaları en önemli stratejileriydi.

Bu yapının tüm unsurlarına, kriptolarına asla en ufak taviz verilememeli. Örgütün tüm kılcal damarları en titiz şekilde virüs taramasına tabi tutulmalıdır. Tüm kripto kimlikler tespit edilmelidir. Örgütün tüm dış bağlantıları tespit edilmelidir. Bu temizlik harekatında kimse kimseyi kayırmamalıdır, korumamalıdır. “Cemaat devlete sızmış buna kargalar bile güler.” diyenler de unutulmamalıdır. Birilerinin ahmaklığının gerçek nedenleri de ortaya çıkartılmalıdır.

Ana muhalefet partisinin eski bir milletvekilinin “CHP cemaatle ittifak yaptı.” sözleri de dikkate alınarak, araştırılmalıdır. FETÖ kaçağı Ekrem Dumanlı'ya kitaplarını saygı cümleleriyle imzalayacak kadar gönüldaşlık içinde olan CHP Milletvekili'nin bu sevgisinin nedenleri de bilinmelidir.

İstiklal madalyalı bu milletin bağımsızlık ve demokrasi direnişine “gericiler sokakta” diyerek çirkinliklerini bir kez daha ortaya koyan sözde aydın müsveddelerine söylenecek tek söz; utanın halinizden…

15 Temmuz'da darbeci teröristlerin tanklarına göğüslerini siper eden, şehit düşen, yaralanan kocaman yürekli vatansever insanlar sayesinde belki utancın örtülebilir ama o kadar yüreğin çoraklaşmış zihnin işgal edilmiş ki, bunu bile beceremiyorsunuz…Yazıklar olsun…

Mustafa Yazgan - Hırs'la kalkan pişmanlıkla oturur!.

$
0
0

Şerefli ve şanlı milletim!Çok sevgili dostlarım!Aziz okuyucularım!

Tarihte eşine rastlanmayacak derecede hâince, son derece alçakça, namertçe bir “darbe terörü”nü milletçe yaşadık. En az 30-40 yıldan bu yana -belki daha da fazla- şu vatanın ekmeğini yiyip, Allah'ın bu ülkemize lütfettiği tüm nimetleri nankörce paylaşan, kanında necâset dolaşan, soysuz mu soysuz bir “terör çetesi”, açıkça yazıyorum: İsrail'in menfaatine çalışan, ABD Yahudi baronlarının bir kelpe kemik atar gibi, önüne attığı paralarla semiren bir “deli”nin peşine takılıp, yıllarca, sokakların altından görünmeden akan fosseptik gibi, vatanım Türkiye'mi kirleten, câhil, fanatik, dinsiz-donsuz ve ahmak çapulcular sürüsü, çok kanlı bir isyana kalktılar. Vatanı işgal, milleti katletmek, “YÜKSELEN TÜRKİYE”min ayaklarını kırmak, diz çöktürmek, vahşi bir diktatörlükle, ülkeyi İsrail'e, Amerika'ya, İngiltere'ye, Almanya'ya, Ermeni çetelerine, ite-kopuğa ve necis ellerini tiksinmeden yalamak için, gittikleri “Vatikan”a peşkeş çekmek istediler.

Çok profesyonel planlar yaptılar… Tuzaklar kurdular… Hedefe, çok muhterem, yiğit gönüldaşım (En az 40 yıllık dost ve kardeşim.) Recep Tayyip Bey'i koydular. İftira, hakâret, yalan, itibarsızlaştırma, hezeyan ve küfürlere millet gözünden düşüreceklerini vehmettiler. Geri zekâlılıkta “rekor”a ulaştılar. Neden ve nasıl? Bu “kökü mâzî;de, bir âti” olan milleti, kendileri gibi “küçükbaş hayvan” zannettiler. 15 Temmuz gecesi, plânlarını uygulamak için, harekete geçtiler. Gerdeğe girmek için, heyecandan bayılacak hâle gelmiş olup, “KISIRLIK” illetine düştüklerini bilmeden yola, köprüye, meydanlara tan sürüp, jetlerle halkı bombaladılar. Havadan insanları taradılar. Türkiye'yi ele geçirip tüm İslâm coğrafyalarını korku, ümitsizlik içine atmak istediler. Aslında tüm insanlığa en büyük kötülüğü yapmakta olduklarını akledemediler, düşünemediler. Hele hele, her darbede korkup evine çekilen, sokağa çıkamayan, (Rahmetli Şehid) Menderes'i, 27 Mayıs'çı çakallara, sırtlanlara yem eden, o tarihteki millet aynı millet zannettiler. Bre darbe soytarısı ahmaklar! 1960'tan bugüne kaç nesil doğdu, öldü biliyor musunuz? 2016'daki genç millet, şehid tabutlarını tekbirlerle omuzlarken, “meydanlara çıkmak” için nasıl bir iştiyak, hasret ve arzu ile emir bekliyorlardı biliyor musunuz? Mübarek şehitlerimiz, albayrağa sarılı tabutlarla “helallik” almak için evine, köyüne kentine getirildiği zaman, kanlı gözyaşlarını içlerine akıtan bu millet için, 15 Temmuz'daki şerefsiz isyan, bardağı taşıran son damla olmuştur. Millet patladı efendiler… Millet coştu, taştı. Şimdi, birçok vatandaşımız, bu destansı şahlanışın gelecek yıllara ve hatta çağlara ne denli etki edeceğini belki, düşünmeyebilirler… Ama görecekler… Bu istiklal ve istikbal şarkısını her zaman dinleyecekler. Çocuklar, bu şarkı ile büyüyecek. Bebekler, bu şarkı ile doğacak. Gelin kızlarımız bu şarkıyı mırıldanarak evlenecekler… Öylesine yiğit oğullar, gözü kara kızlar doğuracaklar ki, bir daha böyle darbelere niyet edecek “milli irade düşmanları” karşılarına, 15 Temmuz kahramanlarının on misli, yüz misli bir “millet ordusu”nun dikileceğini bilecek ve ürperecekler.

Nihat Karademir - Gülen ve Seyyid Kutup: Olimpos ve Hira

$
0
0

“Batılılardan nefret ediyorum, Amerika'dan nefret ediyorum; ama daha çok Amerika'nın vicdanına sığınan Müslümanlardan nefret ediyorum.” (Şehid Seyyid Kutub)

FETÖ'nün tarihi sadece ihanetin değil, ironinin de tarihidir. Türkiye ve dünya Müslümanlarına sadece ihanet etmediler. Müslümanların tarihi ve dini değerlerini de o değerlere ihanet etmek için kullandılar. Bu, gördükçe, duydukça, okudukça duygu ve düşünce dünyamı tarumar eden garip bir ironiydi. Ancak bu ironinin amacı ne felsefe ne de edebiyat yapmaktı. Dahası ironinin vazgeçilmez unsuru olan gülmece de burada eksikti. Çünkü Gülenist ironi komediye değil, sadece ihanete hizmet ediyordu.

Tevhid dininin özeti olan on emrin her birini en alçak yöntemlerle çiğnerken, oldukça İslami görünebildiler. Bununla da yetinmediler. Peygamberden başlayarak üzerlerinde ortak bir kimlik inşa ettiğimiz tarihi kahramanlarımıza da el attılar. Fatih'in, Yavuz'un, Said Nursi'nin, Alvarlı Efe'nin, Mehmet Akif'in, Necip Fazıl'ın ve daha birçok kıymetimizin hatırasını ve eserlerini ihanet davaları için ustaca kullandılar.

Ancak beni çok öfkelendiren ironik eylemleri, İsrail'e en çok ram oldukları dönemde, Kudüs Fatih'i Selahattin adına Diyarbakır'da bir üniversite açmaya teşebbüs etmeleri olmuştu. Adeta ümmetin aklıyla ve hafızasıyla dalga geçiyorlardı. Nihayet, 15 Temmuz darbesinden hemen sonra ironiye komedi unsuru eklemeyi de başardılar. Ne garip ve ne gülünç bir durumdur ki Gülen, son konuşmasında Haşhaşi darbecilerine idam bile edilseler geri adam atmamalarını emrederken, celladının yüzüne tüküren merhum Seyyid Kutub'u örnek gösteriyordu. Bu çağrıyı ABD'de, istihbarat tarafından korunan güvenli ve konforlu villasından, polis tarafından derdest edilmiş ve tutuklanmış mankurtlarına, onların dönüp kendisine "buyur sen gel, teslim ol ve celladının yüzüne tükür" diyemeyecek kadar mankurtlaştıklarını bilerek yapıyordu.

Halbuki 2010 yılından itibaren Ak Parti'ye yönelik muhalefetlerini "siyasal İslamcılıkla mücadele" konsepti üzerinden yürütüyorlar ve Erdoğan'ı ideologları Seyyid Kutub olan dar bir İslamcı kadronun etkisinde kalmakla suçluyorlardı. Onlara göre Seyyid Kutub, sadece Türkiye'deki siyasal İslamcıların değil, El Kaide ve DAEŞ gibi terör örgütlerinin de teorisyeniydi. FETÖCÜ polisler ve yargı, İslamcı cemaatlere yaptıkları operasyonlarda merhem şehidin kitaplarına örgütsel doküman olarak el koyuyordu. FETÖ'nün kontrolündeki yurtlara ve evlere sadece Kutub'un değil, benzeri düşüncelere sahip birçok Müslüman fikir ve aksiyon adamının eserlerini sokmak bile yasaktı.

Yıllardır sürdürdükleri bu itibarsızlaştırma kampanyasını unuttuğumuzu vehmeden Gülen, bu açıklamayı Kutub'un en nefret ettiği devletin, yani ABD'nin şemsiyesi altında ve ABD adına kendi ülkesinin meşru hükümetine darbe girişiminde bulunduktan sadece birkaç gün sonra yapıyordu. Halbuki örnek gösterdiği şehid Kutub, ABD'yi sadece safları ve ahmakları aldatabilen, vicdanı kokuşmuş sahte Batı uygarlığının bir parçası olarak lanetliyordu. Ona göre bu uygarlık, materyalist ve doymak bilmeyen bir makine ve ticaret uygarlığıydı. Yazılarında ABD'ye yönelik nefretini açıkça deklare ediyor, ancak bu sömürgeci vicdana güven duyan Müslüman liderlere olan nefretinin ise daha fazla olduğunu özellikle vurguluyordu.

Kutub, henüz 1950'li yıllarda Gülen'in de bir parçası olduğu Amerikancı İslam'ı keşfetmiş ve adına Yeşil Kuşak İslam dediğimiz bu projeyi net ifadelerle tanımlamıştı. Merhum şehide göre, bu projeye hizmet eden din adamlarının ve liderlerin görevi, ne zaman Müslümanlar sömürgeciliğe kendi iradeleri ile karşı çıkmaya kalkışırlarsa, milletin düşmanlarını bırakıp bizzat millete karşı savaşmaktır. Bunlar ümmeti aynı yerden sık sık sokan yılanlardır. Yaşadığımız krizlerin ve faciaların sorumlusu millet değil, bu zayıf karakterli ve hasta ruhlu kişilerdir.

Kutub'un analizlerinden ABD'nin, Gülen ve benzerlerin Soğuk Savaş Dönemi'nde İslam'ı komünizme karşı kullanabilmek için istihdam ettikleri anlaşılıyor. Gülen'in temsil ettiği Amerikan stili İslamiyet'in hedefinde komünizm ile birlikte kapitalizmin/ABD'nin sömürüsüne de itiraz etmek yoktur. Dahası bunların en nefret ettiği Müslüman tipi de Batı'nın çıkarları için değil, Allah rızası ve kendi toplumlarının hayrı için mücadele eden Müslüman erlerdir.

Şehid Kutub, Soğuk Savaş'ın sona erdiğine ve yeni bir dünya düzeninin kurulduğuna şahitlik edemedi. Şayet ömrü yetseydi, FETÖ benzeri yapıların komünizmin tasfiyesinden sonra radikal İslam ile mücadele adı altında, ümmete karşı kullanılmak üzere yeniden yapılandırıldıklarına ve son Türkiye örneğinde olduğu gibi milletin sessiz devrimini öldürmek için birer karşı-devrimci harekete ve silahlı terör örgütlerine evirildiklerini de görecekti.

Mustafa Yazgan - Son pişmanlık, fayda vermez..

$
0
0

Değerli okuyucularım, 44 gün önce (11 Haziran 2016) günü “İDAM” başlıklı bir yazı sunmuştum. Bugün, o yazıdan bâzı paragrafları, tekrar hatırlamak ve hatırlatmak gereğini düşünüyorum.

Önce, samimiyetle bildirmeliyim ki, biz, savaş, kan, kaos, terör, katliam, zulüm ve “İDAM” heveslisi insanlar değiliz. Tersine, muhterem Cumhurbaşkanı'mın sık sık Âşık Yunus'tan “Yaratılanı severiz, yaratan'dan ötürü.” Beytini ifâde buyurduklarını biliyorsunuz. İnsanlara merhamet, şefkat, biz “müslümanlar”ın temel ve köklü duygularıdır.

Ancaaak…

Bu asil duygular, insan gibi insan, adam gibi adam olanlara yöneliktir. Çok şükür “hristiyan” değiliz. Bir yanağımıza haksız tokat vuranlara, öbür yanağımızı da çevirip, ikinci bir tokat vurmasını isteyecek kadar enâyi değiliz. Zâten bu tavır, “Vahşi Batı”nın, üstünü örtmeye çalıştığı “RİYÂKÂR” bir aldatmacısıdır. Evet.. Ne demiştik?

-Efendiler! Bıçak, çoktan kemiğe dayandı. Dikkat ediyor musunuz? Bu aziz vatanın ekmeğini yeyip, sularını içen, Türkiye Cumhuriyetimizin tanıdığı demokratik, sosyal, siyasal, ekonomik imkânları utanmazca kullanıp, sonra her gün bir yerde, ordumuza, jandarmamıza, polisimize, karakollarımıza, şehirlerimize, masum insanlara kuduz köpekler gibi saldıran, taze fidan gibi gençlerimizi “ŞEHİD” eden, sonra gündüz kan döküp, gece eğlenen (kendi itirafları), “Teröristler”in binlerce defa “öldürme niyetleri”ne karşı, Devletimiz, kendini kelepçe ile “hukuk devleti” kavramına bağlamış. Bir devletin “hukuk devleti” olması, hiç şüphesiz şart.. On bin kerre, yüz bin kerre şart. Buna bütün kalbimle inanıyorum. Lâkin, evrensel hukukta “Cezâ Hukuku”nun suçluları caydırmak hedefinde “yüzü ekşi” hükümleri yok mu? Hangi sebeple ülke yönetimini darbe, terör, cinâyet, bombalama ile hedef almış “Terörist”e karşı “EN KESKİN TEDBİRİ” kanunlaştıramıyoruz anlamıyorum.

Allah'ın teklifine yönelin:

-Kısas'ta sizin için hayat vardır! Böylece, belki kötülüklerden korunursunuz.. (Kur'an: Bakara Sûresi- 179. ayet)

Ah.. Keşke olaylar beni yalanlasa idiler..

Ah.. Keşke iyiliğe yönelen toplumumuzda “Ben, neden böyle bir yazı yazdım?.. “diyerek mahcup olup, kendimi suçlasa idim.. Ayan-beyan yaşadığımız 15 Temmuz saldırısı, maalesef bu yaşlı yazarınızı doğruladı.

Darbe teşebbüsüne karşı “dik duran” her kurumu ce asil milletimi bir kerre daha kalben kutluyorum.

Kanser uru'na merhamet edilir mi? Kesilir..

Saldıran domuz'u okşar mısınız? Vurulur.

35 yıl boyunca, dağlardaki ovalarda, köylerde ve kentlerde, vahşetin her türünü uygulayan “Terörist”lere karşı “merhamet edelim..” diyebilir misiniz? Asılır.

Kanser, bütün organları sarmasın, domuz bize zarar vermesin, “Terörist” kan dökmesin diye, asıl hedef bundan sonra, aynı vahşet'e niyet edecekleri, korku ve dehşet'le caydırsın diye, “canlı yayın”la yok edin! Yoksa, pişman oluruz.

Bercan Tutar - Eskiye dair ne varsa bir kenara bırakılmalı

$
0
0

15 Temmuz gecesi Türkiye'nin maruz kaldığı çok uluslu ve çok katmanlı işgal hareketine dair bulgular gösteriyor ki fettuşi robotların ön cephede yer aldığı darbenin asıl hedefi Cumhurbaşkanı Erdoğan ve ailesiydi.

Amaç Erdoğan'ı ve ailesini ortadan kaldırarak Türkiye'yi dize getirmekti.

Zaten Erdoğan'ı öldürebilselerdi ülkemizi de rehin alacaklardı.

Ama Reis'in ölüme meydan okuyarak cepheye çıkıp milleti işgal kuvvetlerine karşı sokak ve meydanlara çağırması üst aklın bütün planlarını alt üst etti.

Doğusundan batısına Erdoğan'ın çağrısına cevap veren bu millet bir mucizeye imza attı.

Düşünebiliyor musunuz?

Devletin her kademesinde etrafı ihanet şebekeleriyle kuşatılan Erdoğan'ın özel sektör ve bürokraside en üst makamlara getirdiği yöneticiler ile bakan, yaver ve kuvvet komutanları darbe gecesi buharlaştı.

Cumhurbaşkanı darbeyi eniştesinden Başbakan ise yakın korumasından öğrendi. Erdoğan MİT müsteşarını arıyor ama ulaşamıyor.

Başbakan'ın deyişiyle, “Sayın Cumhurbaşkanı'na 24 saat 7 gün her dakika haber veren kurumun müsteşarı o gece ortalıkta yok.” Altı yaverinden beşi ihanet ve suikast şebekesinin üyesi çıkıyor. Öğreniyoruz ki ihanet eden yaverlere Erdoğan'a en yakın hemşehrisi siyasiler referans olmuş. Darbenin beyni olan General, AK Parti genel başkan yardımcılarından birinin kardeşi çıktı.

Erdoğan'ın Marmaris'ten TRT ve AA'ya yaptığı açıklama sansüre takıldı.

Ancak Erdoğan'a sansür uygulayanlar darbecilerin bildirisini bütün kanallardan canlı olarak verdi. Teknik arızayı bile akıl edemediler, CNN ve NTV'deki direnişin onda birini bile sergileyemediler.

Sayın Erdoğan ve Yıldırım'ın halkı direnişe çağırdığı saatlerde MİT Basın Müşavirliği “Darbe girişimi püskürtülmüştür” açıklamasında bulunuyordu.

Kimsenin telefonlarına çıkmadığı Sayın Başbakan, İçişleri Bakanı'nı arıyor ama ona da ulaşamıyordu. Sonradan öğreniyoruz ki bakan bey “uçaktaymış!”

***

Zaten darbe gecesi lazım olan herkes bir şekilde araziydi. Fakat darbenin kaderini değiştiren İstanbul'daki direnişin asıl kahramanı olan Vali Vasip Şahin'in kendisi ve ekibi sahadaydı.

Şahin'in Özel Kalem Müdürü Çetin Şimdi ile Basın Danışmanı Ali Teker gibi isimler Belediye, Vatan Caddesi, Boğaz Köprüsü, vilayet ve TRT'deki işgalcilere karşı halkı ve polisleri örgütledi.

Vali Bey'in talimatlarını harfiyen uygulayan Şimdi'nin AK Parti teşkilatı ve belediyeleri nasıl harekete geçirdiğinin canlı şahidiyim. Yeni yeni öğreniyoruz ki diğer illerde de direnişe mülki idareler; vatansever vali ve kaymakamlar öncülük etmiş.

İzmir, Ankara ve İstanbul'a bakın; darbeye lojistik destek sağlayan ne kadar gri tip varsa alanlarda ve ekranlarda ihanetlerini örtme gayreti içinde.

Örneğin önceki gece, Kısıklı'daki demokrasi nöbetinde “fetret dönemi”nin bir danışmanını gördüm.

4 Mayıs deklarasyonu ile uzaklaştırıldığında etrafına “Altı ay sonra geri döneceğiz! Göreceksiniz!” diye hava atıp tehdit savuran bu adam şimdi Erdoğan'ın evinin önündeydi.

Tasması FETÖ'cülerin elindeki AKP'li fırıldakları savunarak Erdoğan'a “Biz olmasaydık sen olamazdın!” diye posta koyan “malum gazeteci”nin ikinci adresi de Kısıklı'ymış.

Oysa biliyoruz ki “Post-Erdoğan” dönemine şartlandırılan bu Pavlovcu muhafazakârların son üç yılda FETÖ örgütüne verdiği destek olmasaydı, bugün halkımız tankların altında kanını dökmek zorunda kalmazdı.

***

Sahne, ekran ve meydanlara çıkarak ihanetlerini perdelemeye kalkanlara aldanmayalım. Bu halk lideriyle birlikte tarihte eşine az rastlanır bir demokratik devrime imza attı. İç ve dış hain ağa karşı böylesine etkili olmuş demokratik bir halk devrimine tarihte az rastlanır.

Şimdi sıra köklü bir temizlikle bu devrimin siyasal ve hukuksal meşruiyetinin sağlamlaştırılmasında; liderlik müessesesinin sistematik hale getirilmesinde.

Bu anlamda sistemden FETÖ'cüleri göndermek yetmez. Bu hainlere son üç yılda lojistik destek sağlayıp onların önünü açan kim varsa hepsini her yerden kazımak lazım.

Bundan sonra demokrasinin sistematik şekilde tamamen halka yayıldığı yeni bir kuruluş, yeni bir inşa ve yeni bir pratik gerekiyor.

Erdoğan'ın dediği gibi “herkesin hesabı önüne konulacak.”

Çünkü eskiye dair ne varsa artık bir kenara bırakılmalı. Ve bırakılacak da…


Nihat Karademir - Kahin, kehanet ve kıyamet

$
0
0

Robert, B. Edgerton'un Türkçeye Hasta Toplumlar adıyla tercüme edilen ünlü kitabındaki bir örnek, kahinlere iman etmenin toplumları nasıl kıyamete sürüklediğine dair modern antropologlar tarafından tespit edilmiş en trajik deneyimlerden biridir.

Güney Afrika'da yaşayan bu toplum, güçlü bir kralın egemenliğinde ve diğer komşu halklardan farklı olarak İngiliz sömürge memurlarının otoritesinden bağımsız olarak yaşıyordu. Ancak kahinlere iman etmek ve cadılardan korkmak gibi umarsız bir hastalıkları vardı. Muhtemelen İngilizler de bu zayıflığın farkına varmışlardı.

1850'li yıllarda ortaya çıkan kahinler, kendilerine cadılar aracılığıyla musallat olacak olan lanetten korunmak için ülkedeki tüm sığırların öldürülmesini tavsiye ettiler. Bu sırada halk İngilizlere karşı verilen savaşta önemli zaferler kazanıyordu. Ancak savaşta verilen kayıpları ve Afrika'nın kaderi olan bulaşıcı hastalıkları bahane eden kahinler tavsiyelerinde ısrar ettiler. Hatta bir adım daha ileri giderek zaten sınırlı olan tarımsal üretimi de yasak kapsamına aldılar.

Lanetten kurtulmak için temel geçim kaynakları olan sığırları itlaf eden, tarımı terk eden ve cadı olduğu gerekçesiyle insan avına çıkan bu topluluk kısa süre içinde açlıktan kırılmaya ve bir parça yiyecek için çevredeki İngiliz çiftliklerinden dilenmeye başladı. Yaklaşık yüz bin insanın ölümüyle sonuçlanan bu hikayenin sonunda İngilizler kârlı çıktı. Sarhili Krallığı'nın üçte ikisine tekabül eden altı yüz bin dönüm arazi İngilizlerin eline geçti. Kabilenin kalan erkekleri yeni sahiplerinin çiftliklerinde işçi olarak, yalnızca karın tokluğuna çalışarak hayatta kalabildiler.

Ancak kahinlere ve kehanetlere itibar etmek ve bu yüzden toplumsal kıyametler tecrübe etmek, sadece modern tarihin ve antropolojinin "ilkel" olarak adlandırdığı toplumların hastalığı değildir. Astrolojinin bugünün dünyasında devasa bir endüstri ve bir yaşam tarzı haline gelmiş olması bunun en net kanıtlarındandır. Daha da acı olan ise İslam dünyasının peygamberin irtihalinden kısa bir süre sonra benzeri bir deneyim yaşamaya başlamasıdır. Özellikle Şiilikte ve birçok tasavvufi örgütlenmede, zaferin ve kıyametin tarihine veya en azından işaretlerine dair kehanetlerde bulunmak bir gelenek olmanın ötesinde itikadi bir boyut kazanmıştır.

Bu sistem kendisini öylesine ustaca üretmektedir ki gerçekleşmeyen kehanet de kolaylıkla rasyonalize edilmektedir. Nitekim içimizden çıkan kahinler kehanetlerinin gerçekleşmediği dönemlerde, kendi isabetsiz öngörülerini, özünde Allah'ın kendi kararını revize etmesi veya ertelemesi anlamına gelen "beda" terimi ile aklileştirmişlerdir. Oldukça işlevsel olan bu kavram, sorunun kehanette bulunan şeyh veya hocaefendide olmadığı, sadece Allah'ın aldığı yeni kararın sonucu olduğu hususunda müritleri ve müntesipleri ikna etmek için kullanılmış ve kısa süreli çıkarlar için oldukça da işe yaramıştır. Ancak uzun vadede bu yöntem toplumları felakete götürmüştür.

Bu yöntemin nasıl bir topluluk üretebileceğinin ve hem kendi müntesipleri hem de toplumun geneli için ne tür bir felaketle sonuçlanabileceğinin son örneği FETÖ'dür. Ötelerden haber aldığına ve gerek rüyalar yoluyla gerek ise doğrudan peygamber ile istişare ettiğine müritlerini inandıran FETÖ lideri, onlara sadece mukaddes değil, aynı zamanda mukadder de olan bir zafer konusunda sürekli telkinde ve kehanette bulunmuştur. Gelenekten, Şiilikten, Yahudilikten ve Hıristiyanlıktan devşirilen kavramlarla ve mesiyanik, mistik ve kabbalistik bir örgütlenme ve ilişki ağıyla destekliği kehanetlerini kırk yıldır "ilahi plan" olarak müritlerine benimseten Gülen, her gecikmede beda metodunu kullanmıştır. Afrikalı kahinler gibi Gülen de kehanetlerini Batı'nın hesaplarına uygun olarak üretmiş ve revize etmiştir.

Kehanetlere en çok toplumsal veya örgütsel kriz dönemlerinde ihtiyaç duyulmaktadır. Nitekim Gülen de her mağlubiyetten sonra kehanetlerine daha çok vurgu yapmak zorunda kalmıştır. Belli bir tarihte gidecekler dediği iktidarın o tarihte hala iş başında olduğunu gören mankurtlarına, her seferinde yeni bir tarih vererek, onları ilahi planın ertelendiğine ikna etmeyi başarmıştır. Başka çare kalmayınca da Tanrı'yı savaşlar yoluyla kıyamete zorlamaya çalışan Neo-con akıl babalarının yöntemine başvurmuş ve darbe yoluyla ilahi planı (!) gerçekleştirmeye kalkışmıştır. Ancak kehanete iman eden tüm toplumlar gibi FETÖ de yenilgiye uğramıştır. Çünkü Allah'ı (haşa) kıyamete zorlama cüretinde bulunan tüm akılsızların kaderi, kendi kıyametlerini çabuklaştırmak olmuştur.

Elif Nuroğlu - Asıl iş şimdi başlıyor: Kendimizi anlatmak zorundayız

$
0
0

Darbe girişiminin kısa dönem etkilerini toplum, medya ve siyasilerin sergilediği ortak tutumla, ekonomik anlamda da Başbakan Yardımcısı Mehmet Şimşek, Merkez Bankası ve Ekonomi Bakanı Nihat Zeybekçi'nin rahatlatıcı açıklamaları ile aşmak üzereyiz. Borsa ve kurlarda dalgalanmalar devam etse de artçı bir dalga veya olumsuz bir açıklama olmaz ise yeni bir denge noktasına kavuşacağına inanıyoruz.

Asıl vazife şimdi başlıyor. Kısa vadedeki etkileri yumuşak denebilecek şekilde atlatıyoruz, ancak içeriden ve dışarıdan bu başarımızı çekemeyenler var. Gördüğünüz üzere kredi derecelendirme kuruluşları bizim ekonomimiz iyiye giderken uzun bir süre beklemeyi gerekli görüp notumuzu iyi yönde değiştirmezken, herhangi bir kötü durum olduğunda bir iki saat bile bekleyemeden olumsuz notu yapıştırıyorlar.

Bu durumda bizlere çok iş düşüyor. Siyasiler ve ekonomi kanadı oluşan kriz ortamını orta vadede iyi yönetmek durumundadırlar. Uzun vadeden bahsetmiyorum, Keynes'in sözü geliyor aklıma. Uzun vadede hepimiz ölmüş olacağız. Kısa ve orta vadeye odaklanacak olursak, işlerimizin sekteye uğramaması için kendimizi tüm dünyaya güzelce anlatmak zorundayız. Rasyonel bir şekilde tam olarak ne durumdaysak o, ne abartılı iyi, ne de şikayet eder gibi.

Başımızdan kötü bir darbe girişimi geçti. Çok şükür ki geçti. Başbakan Yardımcısı Mehmet Şimşek hem o haftasonu hem de bu geçtiğimiz hata içinde yabancı yatırımcılarla telekonferans yapıp onlara vermesi gereken güveni vermeye devam etti. Şu an ayrıca OHAL ilan edildi. Mehmet Şimşek bu durumun devletin ve ordunun içindeki zararlı unsurları temizlemek için kullanılacağını, hiç bir şekilde günlük hayat, iş dünyası, piyasa ekonomisi ve yatırımları olumsuz yönde etkileyecek adımlar atılmayacağı konusunda dış dünyadaki partnerlere güvence vermeye devam etti.

Diğer yandan Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Ban Ki-mun, bu süreçte hukukun üstünlüğüne bağlılık konusunda üst düzey Türk hükümet yetkilileri tarafından kendisine güvence verildiğini kaydediyor. Bunların yanısıra Rusya, Türk yetkililer ilave güvenlik önlemleri konusunda garanti verdikleri için, Rusya'dan Türkiye'ye yapılacak uçuşlara uygulanan kısıtlamaların Cuma günü itibarıyle kaldırıldığını bildiriyor.

Türkiye İhracatçılar Meclisi TİM çok güzel bir hareket başlattı. ‘İhracatçılar Gelecek İçin Daha da Umutlu' diyen TİM'e bağlı 65 bin ihracatçının birlikte aynı demokratik sesi vermesi iş dünyamız açısından çok kıymetli. Hem ülkesine hem de ticaretine sahip çıkmak isteyen ihracatçılarımız yurt dışındaki tüm partnerlerine tek tek mektup yazarak ‘Tüm kurumlarımız iş başındadır, çalışmaktadır' mesajını verecek. Hem bir darbe girişimi atlatan, hem de ardından Olağanüstü Hal ilan edilen bir ülke ile iş yaptığınızı düşünün. Bir de dünya basını bu ülke ile ilgili yayınlarında insafsız davranıyor ve olumsuz haberleri yayarken içerideki birliği, ve üretimin devam ettiğini saklıyorsa, doğal olarak o ülke ile iş yaparken endişe edersiniz. Siparişler gelecek mi, ödemeler zamanında yapılacak mı gibi endişeler taşırsınız. İşte bu ortamda işinin takibini hiç kimseye bırakmadan kendi eline alan İhracatçılarımızı kutlamak gerek. Bizi en iyi biz anlatırız diyor ve tüm dünyaya, ‘buradayız üretiyoruz ve işlerimizi aksatmadan takip ediyoruz' mesajı vererek endişe balonlarını söndürüyorlar.

Türk Milletinin her bir ferdi şu an hem işine sımsıkı sarılmış, hem de işinin takibini kendi yapmayı da ihmal etmiyor. Dışarıdaki dostlarımızı, partnerlerimizi de verdiğimiz mesajlarla rahatlatmak tek tek hepimizin vazifesi. Böylelikle hem insani ilişkilerimiz hem de iş ilişkilerimiz gelişmeye devam edecek. Bugünleri birliğimizin kıymetini bilerek, hukukun üstünlüğü prensibi ve adaletten şaşmadan atlatırsak bizi kimse tutamaz.

Mustafa Yazgan - Derviş ve kuş

$
0
0

Hazret-i Süleyman (a.s.), yönetim ve peygamberlik tahtında otururken, bir kanadı kırılmış yaralı bir kuş, izin isteyip, huzuruna geldi..

-Ey Allah'ın Nebî;'si! Şikâyete geldim… dedi.

-Anlat, sevimli kuş.. Kimden şikâyetçisin?

-Dergâh'taki “KÂZİBULLAH” adlı zâlim ve yalancı bir derviş bozuntusundan efendim. Bakın.. Şu kanadımı kırdı. Çok acı çekiyorum.. diye şikâyetini Hz.Süleyman (a.s.)'a sundu . Yüce Peygamber:

-Geniş anlat, dinleyelim. Kanadını nasıl kırdı?

-Efendim, ben âilem ve çocuklarım için yem ararken, “Kâzibullah” adlı bu derviş bana doğru gelmeye başladı. “Hiçbir dervişten bitkilere, hayvanlara zarar gelmez!.. demişti annem. O, sinsi sinsi yaklaşıyormuş Ey Nebî; .. Maksadı beni avlamakmış.. Ben nereden bilirim? Yaklaştı.. yaklaştı.. Sonra birden beni yakalamak için üzerime atladı mel'un herif.. Ama biz kuşlar, böyle anlarda irkilerek uçarız. Havalanıyordum ki, sol kanadımdan tuttu. Ben, silkindim... Lâkin sol kanadımı kırarak kurtuldum. Lütfen efendim.. Yüce adâletinize sığınıyorum.” dedi.

Hz. Süleyman (a.s.) muhafızlarına:

-Şimdi.. Hemen, o dervişi yakalayıp getirin. Adamın ismi, hiç hoşuma gitmedi. “Kâzibullah…” Bu nasıl isim? “Allah'ın yalancı kulu” demek... Bu isimde bir derviş olamaz.. Neyse getirin, dinleyelim.. Bakalım.

“Kâzibullah”ı Hz. Süleyman'ın huzuruna aldılar. Yüce Nebî; dervişe döndü:

-Derviş Efendi! Bak, bu kuş senden

şikâyetçi. Hayvanın sol kanadını kırmışsın.

Nasıl oldu bu iş?

-“Rabbin âciz kulu..” ben.. Avlanmak için arâziye çıkmıştım. Bu besili kuşu gördüm.. Tam ızgaralıktı efendim. Ona doğru ağır ağır yürüdüm. Hayret.. Hiç korkup, uçmuyordu. Tamam dedim.. “Izgara'da keklik”.. O, ürkmeden yayılıyordu. Bir adım kala, birden atladım. Hızla uçtu.. Ancak sol kanadını tutabildim. Kırılmış.. Bunda benim bir suçum, kabahatim yok ki.. Kanadını kendisi kırdı..

Hz. Süleyman(a.s.) kuş'a döndü:

-“Kâzibullah”ın savunmasına ne diyorsun? Diye sorunca, yaralı kuş, gözyaşı dökerek şunları söyledi:

- Ey! Allah'ın yüce Nebî;'si .. Bu meymenetsiz herif, ava niyet ettiği zaman üstüne derviş hırkası giymiş. Bana yaklaşırken, ürkmedim, korkmadım. Bu miskin adamdan bana asla zarar gelmez dedim. Üstündeki “Dervişlik Hırkası”na aldandım. O hırkayı soyun.. Bakın.. İç gömleğinde “kâfir” kolyesi taşıyor. Bütün kuşlar, “Onun kolyesi koynunda..” derlerdi. İnanmazdım. Hepimizi aldattı. “Kısas” isterim efendim..

Hz.Süleyman emretti. Hırkayı soydular. Evet.. Gerçekten “kâfirlerin adamı” olduğu ortaya çıktı.

Yüce Nebî; (a.s.) hükmünü bildirdi:

-Bu yalancı, düzenbaz, hâin ve zâlim, yaşarsa, daha çoook kuşun kanadını kırar.. Götürün.. Asın!.

Birkaç gün sonra, “Kâzibullah”ı yatakta bastılar, şafakta astılar.

Kenan Kıran - 15 Temmuz darbesi 2010'da planlandı

$
0
0

2010 KPSS sorularını çalan Fetullahçı Terör Örgütü'nün 15 Temmuz darbe girişimiyle bağlantısı belgelendi. 2010 KPSS sınavında soru çalan ve tam puan alan 230 subay eşinden 40'ının kocası (subay) darbe kalkışmasına katıldığı gerekçesiyle tutuklandı.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, kaldığı otelde şehid edilmek isteniyor.

Başbakan Binali Yıldırım'ın yolda aracına silah çekiliyor.

Meclis bombalanıyor.

Darbeye karşı direnmek için sokaklara, hava limanlarına ve köprülere çıkan vatandaşların üzerine bomba yağıyor, tankların önüne geçenler keskin nişancılar tarafından katlediliyor.

Herkes şunu soruyor:

15 Temmuz darbe girişimi ne zaman planlandı?

***

Darbenin planlandığı tarih 2010 yılıdır.

Gülen ve çetesi düğmeye 2010 yılında basmıştır.

2010 Kamu Personel Seçme Sınavı'nda (KPSS) açıktan soru çalmıştır.

12 Eylül 2010 tarihinde gerçekleşen referandumla FETÖ'nün militanları yüksek yargıya yerleşmiştir.

Gülen'in, bu referandum hakkında, "İmkân olsa mezardakileri bile kaldırarak referandumda 'Evet' oyu kullandırmak lazım. Ben zannediyorum kalkarlar da." dediğini unutmayalım.

Ve en önemlisi..

Necdet Özel, 4 Ağustos 2010 tarihinde Jandarma Genel Komutanlığına atanmıştır.

1 Ağustos 2011 tarihinde gerçekleşecek olan Yüksek Askeri Şura (YAŞ) öncesi Genelkurmay Başkanı Orgeneral Işık Koşaner ile Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Erdal Ceylanoğlu, Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Eşref Uğur Yiğit ve Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Hasan Aksay emekliliklerini istemiş ve ardından Necdet Özel Genelkurmay Başkanı olmuştur.

***

Necdet Özel'in danışman ekibi çok iyi araştırılmalıdır.

Ergenekon, Balyoz ve İzmir Askeri Casusluk davasına temel teşkil eden tahrif edilmiş bilgi ve belgeler Necdet Özel'in danışman ekibi tarafından gazetecilere taşınmıştır.

Sabiha Gökçen Havalimanı, bu belge alış-verişine şahittir.

Tahrif edilmiş belgelerin manşetlere çekilmesinin ardından paralel çetenin yargı ve polis ayağı harekete geçmiş, birçok general, amiral ve muvazzaf asker tutuklanmıştır.

Necdet Özel, darbe girişiminin ardından, "Ben şahsım adına Yüce Türk milletinden özür diliyorum. TSK'nın içinden böyle hainler çıktı. Yüce Türk milleti kusura bakmasın." açıklamasında bulunmuştur.

Özür dilemek yetmez.

TSK'nın terfi ve tayin sistemini kumpas davalarla alt-üst edenler tek tek hesap vermelidir.

Darbe girişime katılan 140 general ve amiral tutuklanmıştır.

***

Somut örnek verelim.

2010 KPSS sınavında tam puan alan 230 subay eşinden 40'ının kocası (subay) 15 Temmuz darbe girişimine aktif olarak katıldığı gerekçesiyle tutuklandı.

40 darbeci muvazzaf subay Beştepe Külliyesi ve Meclis'i bombalamakla suçlanıyor.

Çalınan sorular subay eşine gidiyor ve devlet kademesinde yükseliyor.

Muvazzaf subay da, ülkesinin Cumhurbaşkanı'nı öldürmek istiyor.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın Marmaris'te kaldığı otele saldırı düzenleyen askerler arasında bulunan, üzerinde Erdoğan'a ve hükümete yönelik bedduanın da yer aldığı ve yaralı ele geçirilen Deniz Yüzbaşı Haldun Gülmez'in eşi Kübra Gülmez de 2010 soruşturmasının şüphelileri arasında.

***

Unutmayalım.

2010 yılında da Cumhurbaşkanı Erdoğan hedefti.

2010 KPSS birincisi Gamze Tembel Eser, 4 defa sınava girdi başarılı olamadı.

FEM Akademiye gittikten sonra 2010 KPSS birincisi oldu.

Cumhurbaşkanı ve Başbakan İstanbul'a geldiğinde yediği yemeklerin incelemesini yapan İstanbul Gıda Kontrol Laboratuvar Müdürlüğünde gıda mühendisi olarak çalıştı!

Gamze Tembel Eser'in babası Şerif Ali Tembel, kızının 9 yaşından beri Fetullah Gülen Cemaati'nde bulunduğunu, damadı Köksal Eser'in de Gülen Cemaati'nin abilerinden olduğunu hatırlatarak, "Kızım KPSS Türkiye birincisi olduktan sonra Florya'da bulunan laboratuvarda çalışması için yönlendirme yapıldı ve 'Florya çalışmak için iyi' dediler." ifadelerini kullandı.

Meclis'i bombalayan ve halkını katleden paralel çete, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ı zehirlemek istemez mi?

Fetullah Gülen ve çetesi başarılı olamadı.

Hiçbir zaman da başarılı olamayacak.

Enes Bayraklı - Darbe karşısında Batı'nın İslamofobik tutumu

$
0
0

15 Temmuz'da Fetullahçı Terör Örgütü mensuplarınca gerçekleştirilmeye çalışılan ve 179'u sivil, toplamda 246 insanımızın katledildiği darbe girişimine batının verdiği tepki hepimizi hayrete düşürdü. Siyasetçisinden medya mensuplarına, Think Tank dünyasından akademisyenlere kadar batı dünyasının kahir ekseriyeti sanki ortada Türkiye Cumhuriyetinin resmi kurumlarına sızarak gerçekleştirilen vahşi ve gözü dönmüş bir darbe girişimi yokmuş gibi hareket ettiler.

Darbenin ilk saatlerinde darbeye meşruiyet sağlayan yayınları ve söylemleri yaydılar. Bu girişim, tarihte eşine benzerine az rastlanır bir sivil direniş ile püskürtüldükten sonra dahi darbe girişimini görmezden geldiler. Batı kamuoyunda yaygınlaşan söylemlerde başlıca unsur, bu darbenin Erdoğan'ı güçlendireceği ile ilgili manipülasyon oldu. Hatta hatta Ortadoğu halklarının komplo teorilerine çok fazla meylettiğini iddia ederek aşağılayan aydınlanmış Batı entelijansiyasının ve medyasının bir kısmı bu darbenin Erdoğan tarafından planlandığı gibi bir deli saçmasına kendilerini inandırdılar.

Darbe girişimi sırasında tekbir getirerek ölüme yürüyen Müslüman Türk halkını; Müslüman, gayri Müslim, çocuk, yaşlı, kadın demeden herkesi en vahşi bir biçimde katleden IŞİD militanlarını ile bir tuttular. Hâlbuki yüzde doksan dokuzu Müslüman olan bir ülkede, ölüme yürüyen insanların tekbir getirmesinden daha doğal ne olabilirdi? Bu insanlar tankların karşısında yoga yapacak yahut Budist ilahileri söyleyecek değillerdi.

Bu dezenformasyon kampanyasının zirvesinde New York Times gazetesi “Erdoğan takipçileri koyundur ve Erdoğan kendilerine ne söylerse onu yaparlar.” diyerek Müslüman Türk halkının aslında demokrasiye layık olmadığını ima etti. Yapılan birçok yorumda tekbir getiren, sarıklı, çarşaflı bu yobazlar mı demokrasiyi getirecek tarzı ifadelerle bu insanların demokrasiye layık olmadığı ön plana çıkarıldı. Özellikle seçilen bu resimlerle her kesimden insanın darbeye karşı çıktığı gerçeği örtbas edilmeye çalışıldı.

Diğer taraftan bu ifadelerle aslında Türk halkının Müslüman kimliğinden dolayı siyasi bir aktör olamayacağı söylenmek istenmektedir. Türk halkının siyasi bir aktör olarak kendi hakkını hukukunu korumak için canını ortaya koymuş olmasını görmezden gelen böyle bir tavrın islamofobik olduğu apaçıktır. Boğaz Köprüsü'nde tek başına tankların üzerine yürüyen ve batıda kocasının zoruyla başını örttüğüne ve esaret altında olduğuna inanılan başörtülü o kadın, dünya demokrasi tarihine geçecek bir sivil direniş ve cesaret örneği sergilemiştir. Fakat gelgelelim, Batı'nın başörtülü Müslüman kadınlar ile ilgili ezberlerini bir çırpıda bozan o kahraman kadınının Müslüman olmayan bir toplumda gerçekleşse kahramanlaştırılacak olan hikâyesi tamamen görmezden gelinmektedir.

Bütün bu tavırlar Batı kamuoyunun kahir ekseriyetinin İslam dünyasına bakışının ne kadar sorunlu olduğunu ortaya koymaktadır. İslam dünyasına demokrasi getirmek için Afganistan ile Irak'ın altını üstüne getirmiş olanlar, bugün Amerika'da yaşayan ve kendi İslam yorumu dışındaki bütün yorumları hakir gören bir meczubun örtülü bir teokratik düzen kurmak üzere yeltendiği darbe girişiminin şakşakçıları konumuna düşmüşlerdir.

Viewing all 11844 articles
Browse latest View live